Başka Dünyadan Şarkılar

Her ne kadar metal müziği aşamamış (hehe) bir müzik sever olsamda arada sırada genel müzik zevkimin dışındaki şarkılardan etkilenebiliyorum. Farklı müzik türlerini keşfetmek konusunda hiç bir zaman bir eğilimim olmadı, hatta bir süredir sevdiğim müzik türlerinde yeni şeyler keşfetme çabamda yok. O yüzden başka dünyadan şarkıları derlemek benim için biraz zor oldu. Ama ben yılmadım, derledim (çok mühim birşeymiş gibi).

Massive Attack - Angel


Röyskopp - What Else Is There


Flunk - Six Seven Times


Depeche mode - Precious


Sise - More Shine


Faithless - Why Go?


Fatboy Slim - The Joker

Bir Metalcinin Yolculuğu - 2

Sonisphere'den sonra zaman hızlıca akıp geçmiş, sıra Unirock'a gelmişti. Belki biraz bedava bilet bulmanın şımarıklığından ve birazda Cuma akşamı için daha iyi planlarım olduğundan cuma akşamını pas geçtim.

Aslında bir Behemoth, bir Belphegor görmeyi cidden isterdim. Şahsen Cannibal Corpse'a bir sempatim olmasa da Cannibal Corpse seyreden insanlara duyduğum sempatiden orada olmayı isteyebilirdim. Ama ne olursa olsun saat beş - altı sularında sahne alan bir Belphegor'u izlemek benim için pek mümkün değildi (çalışıyoruz arkadaşım!!!).

Cumartesi günü ise olayların dinamiği hiç de tahmin ettiğim gibi gelişmedi. Herşeyden önce cumartesi gününe mide bulantısı ve ishal ile başladım (bir çeşit rutin diyebilirim buna, uzun hikaye). Bu yüzden saat dörde kadar yataktan çıkamadım. Ben yataktan çıkıp konser alanına gelmeye hazırlanırken bizim çocuklar çoktan Necrophagist'i izlemiş ve konser alanını terk etmişlerdi. Şahsen bizim öküz metalciler ile Amorphis izlemek benim adıma bir işkence olacağı için gitmelerine memnundum ama yine de telefonda biz konserden çıkıyoruz dediklerinde kendilerine küfür etmekten kendimi alamadım.

Sonrada yavaş yavaş evden çıkıp taksi durağına doğru yürümeye başladım. Mide bulantısının yakama yapıştığı zamanlarda bir süre sonra midemin açlıktan mı yoksa sadece bulanıyor olduğu için mi bulandığını anlayamaz hale gelirim. Konser sırasında bu duruma maruz kalmamak için evden çıkarken bir iki parça birşeyler yemiştim. Tam evin yakınındaki taksi durağına on metre kala bu biraz önce yediğim arkadaşlar dışarı çıkmaya karar verdiler. Ne oluyor lan dememle birlikte oracığa kusuverdim çok affedersiniz ve bu sayede bu yaşıma kadar yapmadığım güpe gündüz sokak ortasına kusma eylemini yapmış bulundum. Fakat henüz toplum buna hazır değildi. Zira tüm mahalle ve taksi durağı ayıplayan gözler ile beni izliyorlardı. Bir an durup mahalleye verdiğim zarar için özür dilemek, sarhoş ve pis bir metalci değilim sadece hastayım demek istedim. Lakin diyemedim. Bir iki arabanın yanına daha kusup eve döndüm. Özellikle bir arabanın yanına kusarken sabırla kusmamın bitmesini bekleyen ve sonrada arabasına binip olay yerinden uzaklaşan beyefendiye teşekkürlerimi iletmek istiyorum (ben kusarken sözlü ikazda bulunmadığı için).

Eve gelir gelmez önce elimi yüzümü sonra da ayakkabılarımı yıkadım, zira kusma deneyimim kontrolsüz ve çoşkuluydu. Sonra Amorphis aşkı ile evden çıktım, tam ters yolu takip ettim ve yoldan geçen bir taksiye atladım (durağa gidecek yüzüm yoktu malesef).

Konser alanına geldiğim zaman son bir kez durum kontrolü yaptım. Metalci arkadaşların yanında kusmam çok abes olmazdı, muhtemelen onlar da içtiğim için kustuğumu düşünürlerdi ama ayıplamazlardı. Fakat üstlerine kusarsam işin rengi değişebilirdi, o sebepten içeri girmeden önce durdum düşündüm. Sonra da tamam dedim ve içeri girdim.

Ben içeri girdiğim sırada Dark Funeral sahnedeydi ve ben front house'un orada aklımda milyonlarca soru işaretiyle sahneye bakıyordum. Black Metalciler arasında bir black metalci olarak büyüdüğüm için grubun sahnesini ve performansını merak ediyordum. Fakat bir yandan Ezgi'nin ne zaman konser alanına geleceği, ilerleyen saatlerde tekrar kusma ihtimalimin ne olduğu ve grubun güpe gündüz makyajlı hali ile ne kadar komik olduğunu düşünüyor olmak konsere adapte olmamı zorluyordu. Neyse ki tam o sıra Electrocute gitar vokali, Vengeful Ghoul vokalisti, gönül ve sevda admı Kasap Emre ve Vengeful Ghoul gitaristi, iyilik perisi Senem karşıma çıktılar. Sayelerinde hem Ezgi tek başıma beklemekten kurtuldum hem de mide bulantımı unuttum. Güle oynaya izledik Dark Funeral'ı.

Dark Funeral'a gelirsek. Herşeyden önce bir black metal grubum olsa ve müzikal içeriğim ve yaşayış şeklim corpse paint kaldıracak gibi olsa (burada kastım leş gibi bir insan olmak, mezarlıklarda uyumak, bakire kız kanı içerek yaşamak falan) bende sahnede makyaj yapabilirdim ama bunu ya kapalı mekan konserlerinde ya da gece sahne aldığım konserlerde yapardım. Çünkü ne kadar imajını müziğine yedirebilmiş ve bununla komik durmayan bir grup dahi olsan Küçük Çiftlik Park'ta gündüz vakti sahne aldığında komik görünmemen çok zor. Elbette ki mühim olan müziktir. Ama en az müzikleri kadar imajlarıyla da önce çıkan grupların ilk olarak imajlarıyla eleştirilmesi bence çok doğal.

Satanist topluluğun performansları ise ses sisteminin kötülüğe rağmen bence gayet tatmin ediciydi. Özellikle davul performansı analar ne davulcular doğuruyor dedirtecek cinstendi. Ses sisteminin kötülüğü ise zaten bir Unirock festivali için olmazsa olmaz birşeydir. Hiç şaşırmadım diyebilirim.

Şurada konuya açıklık getirsek iyi olur. Dark Funeral sahneden indikten sonra benim için şakalar espriler ile geçen bir Amorphis'i bekleme süreci başladı ve sahne alan Evergrey ve Gravedigger'ı uzaktan yarım yamalak dinledim hatta dinlemedim. Evergrey sahnedeyken bir ara gerçekten dinlemeyi denedim ama olmayınca olmuyor.

Sonra zaman geçti ve sıra Amorphis'e geldi. Amorphis 1998 yılından beri hayatımda olup, 2004 yılından beri eskisine nazaran daha çok sevdiğim bir topluluk. Bildiğim kadarı ile en son 2003 (ya da bilemedin 2001) yılında bu topraklarda ağırladığımız grubu uzun zamandır bekliyordum. Sahne almalarına az bir vakit kala gayet heyecanlanmıştım. Ayrıca bizim öküz metalciler yerine konseri Ozi, Fatoş ve Ezgi ile seyredecek olduğum için çok mutluydum.

Topluluk konsere son albümün klip çekilen ve bence en iyi şarkısı olan Silver Bride ile başladı. Ve ses sistemi yüzünden keyfim bir kere daha kaçtı. Ama buna rağmen şarkıya odaklanmaya çalıştım. Vokal klavye ve davul eşliğinde bir Silver Bride dinledikten sonra ses biraz toparlandı ama konser boyunca hem ben, hem diğer izleyiciler hem de sayın Esa ve sayın Tomi (gitarist olan Tomi) gitarın sesi konusunda sıkıntılar yaşadık. Tahmin ettiğimiz gibi son üç albüm ağırlıklı çaldılar. Çok sevdiğim Silent Waters, Towards And Against, Sampo, From The Heaven Of My Hearth çaldıkları şarkıların bir kısmıydı. Özellikle Smoke çaldığı sırada çok mutlu olduğumu söyleyebilirim. Ayrıca en çok sevdiğim Tales From The Thousand Lakes şarkısı olan The Castaway çaldıkları için gruba teşekkürlerimi iletiyorum. Doğru düzgün Elegy dinlemişliğim olmadığı için Elegy'den şarkılar çaldıkları sırada seyircinin yaşadığı çoşkuya uzaktan eşlik ettim. Her halde konserden en çok keyif aldığım an ise House of Sleep'i çaldıkları zamandı. İşin üzücü kısmı şu ki hiç kimse şarkıya eşlik etmedi (ben ettim!!!). Sayin Tomi (vokalist olan) beyhude uzattı enteresan mikrofonunu seyirciye doğru.

Konserde en şaşırdığım an ise Alone'u çaldıkları andı. Tomi'nin sesinden Alone dinlemek güzeldi (ama yine de içimden bu şarkıyı bir kere de Pasi'den dinlemek lazım dedim). Hatta bir an Tuonela'dan bir şeylerde çalıp beni ergenliğime geri götürürler mi diye merak ettim. Bir adet The Way fena olmazdı ama çalmadılar, yapacak bir şey yok : P. Konseri Black Winter Day ile bitiren topluluk sahneden boynu bükük ayrıldı diyebilirim. Sayın Tomi'nin sahne yanına gidip vakti sorduğu anlarda inanın benim de gözlerim doldu. Sonra da bastılar gittiler. Bis falan olmadı ki bence bis denilen olayın artık hiç bir samimiyeti yok. Ki seyircide oldukça kötüydü. Yani belki de gruptu seyirciyi gaza getirmesi gereken ve grubunda bunun için aşırı bir caba harcadığını düşünmüyorum ama grup ne yaparsa yapsın dinlediği topluluğun şarkılarını tanımayan bir seyirci kitlesini gaza getirmek zor olsa gerek (eğer ki Korpiklaani değilseniz : ) ). Ki sanırım geçtiğimiz on yıl boyunca hiç bir metal dinleyicisi doğru düzgün albüm almamış, doğru düzgün şarkı dinlememiş. Metallica konserinde bile çevremdeki insanlar Death Magnetic'ten şarkılara yabancılık çekiyorlardı. Kınıyorum Türk dinleyicileri.

Pazar gününe gelince. Öhüm. Pazar günüde konsere katılmadım. Zira ilgimi çeken hiç bir grup yoktu ve yine daha iyi bir Pazar günü planım var gibiydi (sonradan fark ettim çok yanılıyormuşum). Duyduğuma göre Korpiklaani ve Nevermore dinleyenleri mest etmiş. Göremedik nasip değilmiş diyoruz ve bir sonraki konserde görüşmek üzere diyerek bir yazıya daha son noktayı koyuyoruz.

NOT: Bugün Zeytinli Rock Festivali'ne Paradise Lost'tunda geldiğini öğrendim. O halde oradayız efendim.

Bir Metalcinin Yolculuğu - 1

Küçük yaştan beri metal dinleyen ve bir çok talihli akranımız gibi belli bir yaştan sonra metal müziği aşamayan birisi olarak (bu aralar last.fm üzerinden jazz radyosu dinliyorum, belki de çok yakında aşarım) geçtiğimiz iki haftayı büyük bir heyecan ile geçirdim diyebilirmiyim? Sanırım diyemem.

Neredeyse 2010'un ilk aylarından beri Unirock ve Sonisphere festivallerinin heyecanını hissediyor olmama karşın, sabırla beklediğim bu iki festivalin ikisi de festivalden ziyade sadece birer konser gibi geçirdim. Bilmiyorum belki gereğinden fazla içtik (gerektiğinde çok içerim), belki konserleri izlediğimiz yerler yanlıştı ya da sadece içimizdeki konser canavarına bir şeyler oldu.

Sonisphere ile başlayalım (Unirock ile devam edeceğim bir ara). Cuma akşamı başlayan festivale, festivalden önceki son haftaya kadar sadece Pazar günü Metallica izlemeye gidecek şekilde ayarlamıştım kendimi. Son anda sevgili Şahin sayesinde Rammstein izleme fırsatı buldum. Sadece Rammstein diyorum, zira aynı gün çıkan diğer grupların neredeyse hiç birinden haberim olmamak ile birlikte, haberim olsaydı bile Cuma günleri bir çok insan gibi çalışıyor olduğum için sadece Rammstein'i izleme şansım vardı, nitekim kullandım o şansımı.

Bazen insanlar konser izlenmez dinlenir der. Her ne kadar böyle bir cümle duymak içindeki o itici ukalalık yüzünden insanı rahatsız etse de doğruluk payı var o sözün. Fakat konu Rammstein olunca kesinlikle izlemek doğru kelime. Geçtiğimiz onca yıl içerisinde içimdeki o vahşi metalci törpülendikçe, gittiğim konserlerde grup çalarkan manyak gibi kafa sallamak yerine (salladığım zaman manyak gibi sallarım) grubu çalarken seyretmeyi tercih eder oldum. Bu yüzden Rammstein'i dinlerken muhtemelen her koşulda sahneyi izleyecektim, her şarkıda ayrı bir şov yapsalarda yapmasalarda. Fakat sahneye gayet uzak bir yerde bulunduğumuz için(sahnedeki adamları neredeyse göremiyorduk, zaten Metallica çıktığında da evden televizyon seyreder gibi dev ekranları izledik) ve aslında adamların şovları olmadığı zaman izlemeye değer bir performansları da olmadığı için (bence diyorum arkadaşlar aman diyim), konserin sonuna kadar orada bulunmamın tek sebebi bir sonraki şarkıda olacakları da izleme isteğiydi.

Bu çok uzun cümleden ve herkesin her yerde söylediklerinden anlaşılacağı üzere Rammstein'ın sahne şovu kesinlikle görülmeye değer ve muazzamdı. Olayı müzikten bağımsız, bir sirk, bir özel efekt gösterisi olarak değerlendirebilirsiniz. Problem değil, bu şovun genelin tüm öğeleri ile birlikte muazzam olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Bir sürü akılda kalıcı şey yaptı adamlar. Her şarkıda ayrı bir numara vardı. Pussy çalarken sahne önündeki tüm seyircilerin atmığa bulanması (hehe) ve birden tüm konser alanını garip bir coşkuya kapılması (ehi) her halde şovun en sansasyonel anıydı. Kendi adıma en etkileyici bulduğum gösteri ise davulun kik darbeleri ile senkronize olarak havada patlayan fişeklerdi. Kik sesine karışan patlama sesleri hala kulağımda. Fakat konserde en çok mutlu olduğum an yeşil ışıklar ve sahnenin üzerinde gezen dolunay eşliğinde dinlediğim/izlediğim/eşlik ettiğim sonne'yi çaldıkları andı (bu arada du hast sırasında Türk seyirciler olarak metronomu kaçırdığımız için hala çok mahcup hissediyorum kendimi, kusura bakma Rammstein).

Cumartesi günü ise… eee… şey cumartesi günü konsere gitmedik. Zira cumartesi günü izlemeyi istediğimiz, merak ettiğimiz, sevdiğimiz hiç bir grup yoktu sahnede. Ama sağda solda dolaşan Manovar videosunu bende seyrettim ve eğer bende orada olsaydım kim için geldiniz diye sorduğunda bende Manovar derdim (hatta adamın Türkçe konuşmasından sonra ne zaman "kim için geldiniz" diye sorulsa Manovar diye bağırır hale gelirdim). Peki cumartesi günü konsere gelmeyip ne yaptım? Şahin'e yarım saatte hallederiz dediğim işi bitirmek için (Şahin ve Özgür'ü de rehin alarak) on saat kod yazdım (pek de beceremedim, ama Özgür sağolsun hallettik bir şekilde).

Pazar günü ise Metallica aşkı ile kalktık yataktan diyeceğim ama aslına bakarsanız Cumartesi günü gene baya içtiğimiz için (sanki konserdeymişcesine) bitkinlik ve sıkkınlık ile kalktık yataktan. Pazar günün önemi büyüktü big four izleyecektik, ama diğer yandan pazar günü tedirgindi. Çünkü diğer iki gün için hepimizin (üç kişiydik) bileti vardı fakat Pazar günü için hepimiz farklı yerlerdeydik (Ben tribün, Özgür saha içi, Şahin saha dışı). Herşeyden önce bu problemi çözmemiz gerekiyordu. Benim biletim saha içine nazaran pahallı bir bilet olduğundan ötürü saha içine girmemin bir problem olmayacağını düşünüyordum (oldu nitekim). Fakat Şahin'in durumu oldukça kritikti. Kendisine VIP'de konser sözü veren arkadaşı tarafından da altıncı yola salınmıştı. Saat hızla ilerliyordu ve radikal kararlar almak üzereydik (konseri Şahinsiz izlemek gibi). Tam o sırada aklımıza Oktay'ı aramak geldi. Kendisi görevli olmadığı halde görevli bilekliği ile inönüde her deliğe girip çıkan bir arkadaştı. Bize yardım etse etse o ederdi. Etti de gerçekten. Yanında getirdiği diğer bileklik ile Şahini içeri soktu fakat bu seferde bir diğer sorun baş gösterdi. Beni saha içine sokmuyorlardı. Kapı önünde Özgür ile birlikte olaya bir çözüm bulma çabası ile yetkililerle konuşuyorduk. Tam o sırada siyah bileklikleri ile Şahin ve Oktay kapıdan geçtiler, Oktay'a lan beni de alın derken, Özgür'de hadi Emrah görüşürüz diyerekten içeri girdi ve ben ne olduğu anlamadan tek başıma kapalı Tribüne yürürken buldum kendimi. Ulan bumu kardeşlik, bumu arkadaşlık diyerek ve her türlü abi öğrenciyiz, çözelim şu durumu diyalogları ile duruma çare arayarak ve bulamayarak kapalıda yerimi aldım. Önce sakin ve soğuk kanlı bir şekilde Megadeth'i dinlemeye çalıştım (Antrax'ı kaçırmıştık malesef, ehi). Lakin hem ses sistemi çok kötüydü hem de Megadeth'i pek sevmezdim (hala sevmem). Pes etmemem gerektiğini düşündüm ve saha içindi arkadaşla "Gelin Alın Lan Beni" başlıklı mesajlar attım ve kapalıdan saha içine inilen yere geldim. Buradaki görevli arkadaşlara da bir takım "uzaktan arkadaşlar ile geldim, izin verin onlar ile izleyeyim, hem benim biletim daha pahallı" demeçleri verdim. Öğrenciyim bile dedim. Görevli arkadaşları buradan kutluyorum nuh dediler peygamber demediler. Fakat o sırada mesajlarıma kulak veren arkadaşlar ufukta göründüler ve siyah bileklikli Oktay beni içeri sokmak için kapıya geldi. Fakat görevli arkadaşlar Oktay'ın siyah bilekliğine bile gaz kesmediler. Son çırpınışlarımızı yaparken saha içi bileti getirin içeri sokalım dediler. Oktay hemen gitti Özgür'ün biletini kaptı ve mutlu sona ulaştık. Artık saha içindeydim ve kafamın güzel olmasının getirdiği bir rehavet ile hayat nelere kadir diyordum. Tam o sırada ne olduğunu anlamadan etraftan üzerimize Unirock kombine biletleri yağmaya başladı. Yanımızdan geçen her eleman Unirock bileti istermisiniz diye soruyordu. Her birinden ikişer üçer Unirock bileti topladık.

Burada sanırım durmak ve bu olayı kınamak gerek. Kendi adıma Unirock'ı bedava seyrettiğim için mutluyum. Hatta bedava biletlerimin hepsini de birilerine vererek, insanların konseri seyretmelerine yardım edebildiğim için de mutluyum (ne kadar kolay mutlu oluyorum lan). Fakat ne olursa olsun biletlerin hoyratça dağıtılması, Unirock biletlerini aylar öncesinden alan insanları keriz yerine koymaktır. İnsanlar bunu ne düşünerek yaptılar bilemiyorum ama bundan sonra her hangi bir Unirock konseri için bilet satabileceklerini düşünüyorlarsa çok yanılıyorlar (muhtemelen aynı tayfa başka bir isim altında konserler düzenler önümüzdeki yıl ve gene aynı şeyler olur).

Neyse efendim, Sonisphere geri dönersek artık saha içindeydim ve garip duygular içinde slayer'i bekliyordum. Adamların sahneye çıkmasına az bir vakit kala elimizden geldiğince sahne önüne doğru yol aldık (baya yürüdük) fakat yine de (Özgür'ün Slayer sahneden inerken söylediği gibi) bir Slayer konserini daha Slayer'ı göremeden izledik (herkesin mi boyu bir seksenden uzun arkadaşım). Sıra Metallica'ya geldiğinde ise heyecanımızı iyice kaybetmiştik ve grubu arkadan sakin sakin izlemek istiyorduk.

Burada gönül rahatlığı ile Metallica üzdü bizi diyebilirim. Şunu hala söylerim Metallica yarın gelecek olsa gene biletimi alır o konsere giderim (hatta bu sefer daha iyi bir yerden bilet alırım). Fakat yine de adamların geçtiğimiz beş yıldır her konsere neredeyse aynı playlist ile çıkmalarına tepkiliyim. On yılda bir geldikleri zaman bu insana çok batmıyor ama her Fade To Black sırasında James!in seyircilere aynı Do You Feel What I Feel sorusunu sorması insanda karışık hisler yaratıyor (Evet James bende senin şu anda yaptığının pek samimi olmadığını hissediyorum). Metallica'ının son zamanlarda verdiği tüm konserlerde Fade To Black sırasında aynı haltın olduğunu bilmek insanı ister istemez kıllandırıyor. Tamam olay bir şov eninde sonunda, ama orada James "We are family" dediği zaman insan biraz daha samimiyet hissetmek istiyor (keşke sende bizi, bizim seni sevdiğimiz kadar sevsen Metallica, ehi).

Yine de seyrettik Metallica'yı, belki biraz ödev gibi oldu son şarkılarda, adamlar sahneden inmeden gitmek olmaz dedik (gene de bisten sonra ki ilk şarkı da çıktık konserden). Kendi adıma Fuel çaldıkları zaman çok sevindim diyebilirim. Sanırım bir kaç tane daha son zamanlarda pek çalmadıkları şarkılardan çalsalardı konser çok daha özel (samimi?) bir konser olurdu (Fixxxer çalsaydılar hayatımın konseri olurdu). Lakin çalmadılar ve bizlerde başımız öne eğik evin yolunu tuttuk. Heyecanla beklediğimiz konserden, boynumuz bükük ayrıldık (yakıştımı bu sana Metallica?!).