Kristoffer'ın En İyi 5 Performansı

Aslında başlığı biraz yanlış seçtim diyebilirim. Zira burada listeyeceğim şarkılardan çok daha -tabiri caiz ise- teknik performansları var Kristoffer abimin. Ben daha çok en çok sevdiğim beş vokal performansını seçmeye çalıştım kendilerinin.

Kendisini tanımayanlar için kısa bir açıklamaya yapayım Kristoffer Rygg hakkında. Kendisi Norveçli bir müzisyendir. Norveç black metal piyasasının önemli isimlerinden birisidir. Fakat neredeyse on yılı aşkın bir süredir black metal ile hiç bir alakası olmayan müzikler ile ilgilenmektedir ve onlarca grupta vokal yapmışlığı vardır (bknz http://bit.ly/rg3Ldt ). Birlikte müzik yaptığı tüm gruplar içinde kendisine özel olan topluluk Ulver'dir.

Head Control System - Rapid Eye Movement 


Professor Fate - Limbo


Ulver - For the Love of God


Ulver - Østenfor Sol Og Vestenfor Maane


Arcturus - Painting My Horror

Ulver - Wars of the Roses

Artık Ulver yeni albüm çıkardığı zaman resmen mutlu oluyorum. Bilen bilir, Ulver metal yaptığı zamanlarda bile, kesinlikle kalıplarına sığmayan bir gruptu ve ne yapacakları hiç belli olmazdı. Mesela akustik albüm Kveldssanger'den sonra kimse Nattens Madrigal gibi bir albüm beklemiyordu. Fakat asıl beklenmedik olan sanırım Nattens Madrigal sonrası idi. Açık konuşmak gerekirse Shadows of the Sun ile Nattens Madrigal arasındaki dönem benim için biraz sönük geçmişti, pek hazmedememiştim o dönem adamların yaptığı müziği ki bunda o dönemlerdeki müzikal muhafazakarlığımın çok ciddi bir etkisi var. Fakat Shadows of the Sun ile herşey değişmişti, yıllardan sonra bende değişmiştim ve artık müzikal ön yargılarım Ulver ile arama giremez hale geldi. Daha sonrasında Blood Inside'ı bile dinleyebilir hale geldim (hatta Dressed In Black'in hastası bile oldum). Sonra da yeni albüm haberi geldi. Sonra da albüm çıktı.



Yeni Ulver albümünden beklentilerim Shadows of the Sun etkisinde bir albüm olmasıydı. Sanırım Shadows of the Sun ile grubun yeni kimliğini bütünleştirmiş olmamdan kaynaklanan bir yanılgıya kapılıp adamların deney yapma konusunda ki heveslerini görmezden gelmişim. Zira ciddi ciddi bir süpriz beklemiyordum bu albümden.

Şu konuda yanılmadığımı düşünüyorum. Wars of the Roses kesinlikle Shadows of the Sun'ın ruhani takipçisi. Fakat bu elimizde hem aynı türde hem de aynı havada bir albüm olduğu anlamına gelmiyor. Öncelikle biraz daha indie-post rock sularında yüzen bir Ulver ile karşı karşıyayız. Hissettirdikleri olarak da tabiri caizse daha canlı, nefes aldığı hissedilen bir Ulver var karşımızda. Sanki, Shadows of the Sun'daki inzivaya çekilmiş adam kalbindeki aynı hisler ile insanların arasına geri dönmüş gibi.


Her Ulver albümünde olduğu gibi bir seferde içine girilebilecek bir albüm değil Wars of the Roses fakat bir kaç albüm öncesine göre daha rock alt yapılı bir albüm olduğu için bir Blood Inside (benim için bir çeşit milad sayılır o yüzden çok takıyorum Blood Inside'a) kadar da hazmı zor değil.


Yedi şarkı olan albümden ilk dinlemelerimde dört(!!!) tane favori şarkımı hemen saptadım. Rock - jazz alt yapısı ile acaba dedirten February MXX, muhteşem bayan vokalleri ve düeti ile Providence, sade fakat büyüleyici piano melodileri ile September IV ve sonlarına doğru vay anasını dedirten vokal performansı ile England.


Daha albümü dinlemeye yeni başladım diyebilirim. Fakat ona rağmen albümün hayatıma nasıl tenefüs ettiğini fark edebiliyorum. 2011'de doğru düzgün yeni albüm dinlemedim diyebilirim, fakat dinlediklerim içinde kesinlikle en değerlisi Wars of The Roses'dır (birde Head Control System yeni albüm çıkarsa).

Olimpos ve İki Şarkı

Kötü bir 9gag alışkanlığı ile tatile her zaman çıkmam, ama çıktığım zaman anasını ağlatırım gibi bir cümle ile yazıya başlamak istiyor gibiyim. Neyse ki sağ duyulu bir insan olarak, doğrudan bu cümleyi kurmak yerine böyle iki yüzlü bir giriş yapmayı tercih ettim. Üst satırlarda kabaca saçmaladığım gibi çok sık tatile çıkabilen bir adam değilim. Garip bir şekilde öğrenci iken, bilgisayar gibi şeyleri tatile tercih ettiğim olabiliyordu (şimdi ki aklım olsa "Fuck Apple its holiday time" derdim :P). Daha sonra iş dünyasına girince ise olayın boyutu çok hızlı değişti.

Eskiden çok ciddi bir ihtiyaç olarak görmediğim tatile çıkma, iş dünyası ve kendi bireysel dingilliklerim ile iyice işkenceye çevirdiğim hayatımdaki en önemli şey haline geldi. Böylelikle ben bu yaz için çok ciddi tatil planları yapmaya başladım. Plan ağustos ayının başında Kaş'a gitmekti. Fakat iş dünyası korkunç ağlarını örmüş, aylar önceden aldığım izin son anda bir tarafımda patlamıştı. Akabinde olaylar çılgınca gelişti, kader ağlarını ördü, bir takım ciddi kararlar alındı, vedalar edildi, ailem bu bayramlık beni azat etti ve bende bu sayede bayram tatilinde Olimpos'a gittim.

Fakat Olimpos'a da gerçekten kürkçü dükkanına gider gibi gittim. Çok sık tatile çıkmamak ile beraber son çıktığım tatillerin hepsini Olimpos'da geçirdim ve toplama kampı kalitesindeki hizmetlerinden, ankaralılarından, çakma hippilerinden, ayağımı paramparça eden taşlarından ve dandik sahilinden muazzam derecede sıkıldım.

Lakin tatil tatildir dedim ve Olimpos'a bir şans daha verdim. Olimpos bu son şansı çok iyi değerlendirdi diyebilirim.

Neyse efendim ben konumuza döneyim  (evet en başından beri bir konumuz vardı). Son tatilim boyunca bana eşlik eden iki tane şarkı oldu. Özellikle Katatonia'dan Ashen tatilin neredeyse her günü bir kaç kez dinlediğim, her dinleyişimde bir kere daha dinlemeliyim dediğim, nakaratını bir yerden bir yere yürürken muhakkak mırıldandığım bir şarkı idi. Bu şarkı grubun son albümü olan (ve muhteşem bir albüm olan) Night is the New Day albümünde bonus olarak bulunan bir şarkı. Öncelikle bu kadar güzel bir şarkının tüm ablümlerde değil de sadece special editionlarda olmasından ötürü topluluğu kınadığımı belirtmek isterim. Neyse efendim, tatil boyunca bu şarkıdan o kadar keyif aldım ki, eğer bu tatilde bu şarkı yanımda olmasaydı, bir şeyler kesinlikle eksik olurdu!


Bir diğer takıntılı şarkımda Ulver'in All the Love'dı. Ulver'de her zaman Katatonia kadar özel bir grup olmuştu. Sadece müzikal tercihleri yüzünden bazen yarattıkları dünyaynın içine girmek çok zor olabiliyordu. Shadows of the Sun benim grubun dünyasına tekrar girmemi sağlayan albümdü ve albümün çoktan bana ait farklı bir anlamı vardı. Fakat albümün eskiden de çok güçlü bulduğum şarkılarından bir tanesi olan All the Love tatilde çok daha farklı bir anlam kazandı. Birinci dakikanın sonunda başlayan perkisyon, 1:30'da başlayan vokal melodisi, o vokal melodisi bittikten sonra başlayan saksafon solosu (saksafon dimi?) ve ardından gelen atonel piyano... ve benim bu trafiği takip ederek izlediğim sahil... Muhteşem...