tag:blogger.com,1999:blog-62347937722471400822024-02-21T06:34:08.951+03:00Arafta Yer Yok...Ya cennet ya cehennem.Saffahhttp://www.blogger.com/profile/02913158305236912020noreply@blogger.comBlogger49125tag:blogger.com,1999:blog-6234793772247140082.post-64654592371368423862016-05-24T23:38:00.000+03:002016-05-24T23:38:06.194+03:00Geri geleceğim
<br />
<div class="p1">
Eskiden… eskiden iyi olan birşey mi vardı?. Hani o özlemle andığım, keşke şimdi o zamanki gibi olsam, olabilsem dediğim geçmişim. Ulan o geçmiş bu kadar iyiydiyse ben nasıl bu hale geldim, o geçmişin sonucuyum lan işte. Ne o zamanda iyi birşey vardı, ne de bu zaman o kadar kötü. Yok zaman değil kötü olan, bende yanlış birşey var. Hep bendeydi yanlış olan şey…</div>
Saffahhttp://www.blogger.com/profile/02913158305236912020noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-6234793772247140082.post-21315473493553995902016-01-05T18:52:00.003+02:002016-01-05T18:52:59.126+02:00Sadece müzikTüm yargılardan kaçabilir, bilinçli ya da bilinçsiz büyük gerçeği görmezden gelebilir ya da göremeyecek kadar kör olabiliriz. Kendi kendimize söylediğimiz yalanlara inanmaya başlayabilir, herşeyden önce kendimize karşı bir yabancı olarak yaşamaya devam edebiliriz.<br />
<br />
İp üstünde yürüyoruz, kusursuz bir fırtınanın ortasında kumdan kaleler yapıp buna evimiz demek istiyoruz. Problem yok. Artık tüm dünya bunun olabilmesi için uğraşıyor. Çevremizdeki herşey bu büyük yalnızlık hareketimize hizmet etmek, bunu teşvik etmek ve bunu mümkün kılabilmek için var.<br />
<br />
Müzik hariç. Müzik dinlerken, o sevdiğimiz şarkının, o sevdiğimiz melodisi çalarken, varlığını dahi unuttuğumuz maskelerimizin arkasında gerçek yüzümüzün varlığını hissederiz. Müzik dinlerken görmezden gelmek için gözlerimizden dahi vazgeçtiğimiz hislerimizin kölesi oluruz. Bize dayatılan yalanların değil, hislerimizin kölesi olarak yaşayabilirsek işte o zaman kurtulmak ve affedilmek için bir şansımız olabilir.<br />
<br />
<br />Saffahhttp://www.blogger.com/profile/02913158305236912020noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-6234793772247140082.post-54702522224471748812014-01-15T15:59:00.004+02:002014-01-15T22:22:25.393+02:00Legend - Runaway Train<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://payload53.cargocollective.com/1/2/94089/3367127/Legend_fearless_905.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="http://payload53.cargocollective.com/1/2/94089/3367127/Legend_fearless_905.jpg" height="400" width="400" /></a></div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
"Bir şarkı dinlerken tüylerimin diken diken olması kadar güzel çok az şey var hayatta" </div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Bu sayfaları ziyaret eden arkadaşlar ne pis bir metalci olduğumu zaten biliyordur, fakat gene bu arkadaşlar diğer müzik türlerine de boş olmadığımın farkındadır (biliyorsunuz değil mi?). Hatta genel olarak müzik zevkimi "ver bana minörü, o alır götürür derdi kederi" şeklinde ifade edebileceğimi bile bilirler (arkadaşlar?).</div>
<div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
</div>
<div>
<div style="text-align: justify;">
Dönem dönem fetişleştirdiğim şarkılarım olduğundan sanıyorum <a href="http://araftayeryok.blogspot.com/2011/08/kosheen-catch.html">bahsetmiştim</a> bundan yaklaşık 27 ay önce. Şimdi sizler ile yeni "günde on kez dinlemezsem huzur bulamıyorum" şarkımı paylaşacağım (heyecan! heyecan? aşkolsun :P).</div>
</div>
<div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
</div>
<div>
<div style="text-align: justify;">
İşe karşınızda Legend ve işte muhteşem şarkıları Runaway Train!!!</div>
</div>
<div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
</div>
<div>
<div style="text-align: justify;">
<iframe allowfullscreen="" frameborder="0" height="402" src="//www.youtube.com/embed/Q7CfN5ZRsCo?rel=0" width="536"></iframe></div>
</div>
<div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
</div>
<div>
<div style="text-align: justify;">
Legend izlandalı bir pop-rock grubu (sanırım). Kendileri ile bir Solstafir kavırı ile tanıştım (gene aynı şarkıyı kavırlamışlar, <a href="http://pitchfork.com/reviews/tracks/16473-runaway-train/">linki buralarda</a>) ve hem kavırına hemde şarkının orjinal haline aşık oldum. </div>
</div>
<div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
</div>
<div>
<div style="text-align: justify;">
Ağır ağır başlayan, sizi soğuk kanlılık ile kendi dünyasına çeken, vokallerin başlamasıyla duygusal yükünü soğuk kanlılığını kaybetmeden üzerinize döken bir şarkı Runaway Train. Kendini tekrar eden yapısına rağmen, her tekrarda ya vokallerde ya da diğer enstrümanlarda vuku bulan küçük değişiklikler ile şarkı duygusal dinamiklerinin tek düze olmasının önüne geçmekle kalmıyor, sizin baya baya başka bir atmosferde nefes almanızı sağlıyor. </div>
</div>
<div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
</div>
<div>
<div style="text-align: justify;">
Vokallerin başladığı andan itibaren şarkıda bir çok bam teli buldum. Ciddi ciddi yolda yürürken durmamı sağlayacak kadar etkilendiğim, duygulandığım yerleri var şarkının. Mesela 5:35'de başlayan vokal melodisi her dinlediğimde tüylerimi diken diken ediyor. Aynı pasajın sonundaki vokalist abimizin "its time for me to say goodbye" dediği yer, benim için şarkının tepe noktas ve tüylerim için bir dakika saygı duruşu çağrısıdır. </div>
</div>
<div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
</div>
<div>
<div style="text-align: justify;">
Müzik, albüm, şarkı... Bunlar sadece dinlenilen şeyler değildir, bu sanat en ilkel içgüdülerimizi dahi tetikleyen bir uyarıcıdır ve bu yüzden müzik sadece dinleyerek deneyimlenemez, hissetmemiz de gerekiyor. Kastım müziği hissetmek gibi ne anlama geldiği belli olmayan saçma salak bir mesaj vermek değil, müziğin sende canlandırdığı duyguları büyüteç altına almaktan bahsediyorum. Hiç aşık olmadan yürek yarasını hissetmek, hiç cinnet geçirmeden öfkeye yeni anlamlar yüklemek, ya da hiç bir zaman başka bir diyarda yaşamayı hayal etmezken birden bire herşeyi terk etmeyi istemek ve bu hissi tekrar tekrar yakalayabilmek için aynı şarkı günde on kez dinlemek.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Legend'ı bu muhteşem şarkısı için tebrik ediyor, allah onları başımızdan eksik etmesin diyor ve bir sonraki yazımda görüşmek üzere diyip müsadenizi istiyorum. </div>
</div>
Saffahhttp://www.blogger.com/profile/02913158305236912020noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-6234793772247140082.post-82527005286026342362014-01-07T13:13:00.003+02:002014-01-09T16:11:31.215+02:00Shadow Warrior<div class="p1" style="text-align: justify;">
Ben hep bir "gamer" idim. İlk gördüğüm atari oyunundan, dün gece oynadığım dota 2 maçına kadar. Ana platformum pc'dir. Her türlü oyunu oynadım simülasyonlar hariç. Eskiden olsa real time strateji oyunları en çok sevdiğim tür derdim. Şimdi oyun sektörünün AAA dediği oyunları takip ediyorum. Geçtiğimiz 5 yıl içinde en çok aklımda kalan oyunlar derseniz de herhalde mass effect ile başlar, fallout 3, bioshock, starcraft 2 vs diye saymaya devam ederim. </div>
<div class="p2" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="p1" style="text-align: justify;">
Çok süpriz bir liste sayılmaz dimi? Özellikle bir gün mass effect ve fallout hakkında birşeyler yazmak istiyorum fakat hakkında söylenebilecek çok farklı birşeyi kalmayan oyunlar bunlar. Güzeller, çok güzeller, bazı eksik yanları var ama süper vakit geçirmeme sebep oldular. Allah o oyunları yapanlardan razı olsun. </div>
<div class="p2" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="p1" style="text-align: justify;">
Blog'a geri dönerken ki en büyük motivasyonum ne ile besleniyorsam onu yazmak idi. Bu doğrultuda mortal kombat haricinde hiç değinmediğim bu dünyaya biraz daha yer vermek gerekiyordu. Bakınız nasılda gereğini yapıyorum.</div>
<div class="p2" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="p1" style="text-align: justify;">
Fakat diğer taraftan hakkında iki çift laf edeceğim oyunu seçmekte çok zorlanıyordum. Bir starcraft 2, bioshock infinite hakkında yazmak zor iş be başkan. Herşeyden önce oyun hit değil hitin allahı. Herkes yazmış çizmiş. Süpriz yok içinde (beklentileri karşılama anlamında). Zaten günün birinde mass effect hakkında yazarsam nelerini çok sevdiğimi değil, içinde neler olsaydı daha mutlu olurdummu yazmak isterim. </div>
<div class="p2" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="p1" style="text-align: justify;">
O sebepten bugün sizler ile paylaşmak istediğim oyunu biraz daha vitrinin arkasından seçmek istedim. </div>
<div class="p2" style="text-align: justify;">
<br />
<iframe allowfullscreen="" frameborder="0" height="302" src="//www.youtube.com/embed/ywhDCQnLf_Q?rel=0" width="536"></iframe><br />
<br /></div>
<div class="p1" style="text-align: justify;">
Shadow Warrior, 1997 yılında Duke Nukem 3D motoru ile yapılan orjinal first person shooter’ın modern grafikler ile yeniden yapılmış hali. Ve açıkcası bu yıl (2013) oynadığım en keyifli oyunlardan biri. </div>
<div class="p2" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="p1" style="text-align: justify;">
Herşeyden önce artık fps oyunlarının Call of Duty serisi yüzünden, oynanış karakteristiğini yitirdiği bir dönemdeyiz. Ya FRP vari bir oyun oynuyoruz ya da anlamsızca bir siperin ardından hareket eden şeyleri avlıyoruz ve genelde o esnada oyunu yapan ekip neyi yaşamamızı istiyorsa onu deneyimliyoruz. Eyvallah, bu işi Modern Warfare serisi kalitesinde yaptığınız zaman canımıza minnet. Hala ilk MW oyunundaki atom bombası sahnesini aşkla, sevgi ile anarım. Fakat önceden kurgulanan bir iki sinematik sahne için ne olduğunu anlamadığımız aksiyona boğulma çok da çekici gelmiyor artık bana (CoD Ghost ne çirkin oyundun sen). </div>
<div class="p2" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="p1" style="text-align: justify;">
Shadow Warrior’un da kendince sinematik sahneleri var, onun da sizi yönlendirdiği çizgisel bir senaryosu ve oynanışı var, fakat bunu klasik (eski usül) FPS mantığında yapıyor ve sizi o eski FPS aksiyonuna elinizde kullanması acayip zevkli bir katana ile dahil ediyor. Kesiyorsunuz milleti adeta kavun keser gibi çok afedersiniz ve bu o kadar güzel hissettiriyor ki :) </div>
<div class="p2" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="p1" style="text-align: justify;">
Diğer taraftan haritalar bir sürü süpriz ile dolu, bir tünelden geçerken birden bire 1997 grafikleri ile karşılaşıyorsunuz ki yaşattığı nostalji hissi cidden çok hoş. Diğer taraftan süper boss dövüşlerimiz var. Aksiyona doyuyoruz adeta. Fakat tüm bu çılgın aksiyon içinde, hiç ama hiç beklemediğimiz türde bir hikaye anlatımı var. Hem de öyle böyle değil. </div>
<div class="p2" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="p1" style="text-align: justify;">
Herşeyden önce oyunda canlandırdığımız tip olan Wang, komik ve badass bir tip. Dolayısı ile onun ile ilişkili olan herşey çok komik ve cool. Fakat immortalların tarafında, yavaş yavaş kendini belli eden, farklı karakterlerin bakış açısından dinlediğimiz dokunaklı bir trajedi/destan var. Çok ciddiyim hikayenin immortal tarafında bağlandığı nokta, Hoji’ye dair açığa çıkan gizem o kadar güzel ve dokunaklı ki. Ağlıyordum lan sonunda (yok lan ağlamadım... ehi). Diğer taraftan Wang ile Hoji arasındaki ilişki de çok hoş işlenmiş. Hoji Wang’a ben seni kullandım olum bak git işine dediğinde, kullandın ya da kullanmadın, beraber buraya kadar geldik, seni bırakıp gitmiyorum deyişi hakikaten taktire şayan, ezber bozan bir andı.<br />
<br />
<iframe allowfullscreen="" frameborder="0" height="402" src="//www.youtube.com/embed/EKokHm8kN_w?rel=0" width="536"></iframe></div>
<div class="p2" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="p1" style="text-align: justify;">
Doğruya doğru, ben bir çok oyunu hikayesi için oynarım ve inanılmaz kötü bir oynanışı olmadığı sürece, o esnada aldığım keyiften ziyade tüm oyunun hikayesi ile birlikte bana yaşattığı deneyime odaklanırım. O sebepten aptal bir shooter oynamak, kafa dağıtmak için başına oturduğum Shadow Warrior efsane senaryosu ve cesur hikaye anlatım biçimi ile gönlümde taht kurdu. </div>
<div class="p2" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<br />
<div class="p1" style="text-align: justify;">
Bu oyunu yapanlar başımızdan eksik olmasın. </div>
Saffahhttp://www.blogger.com/profile/02913158305236912020noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-6234793772247140082.post-86601331832623889212013-12-30T17:07:00.000+02:002013-12-30T18:38:27.931+02:002013'de Neler Dinledim? - İstatiksel Yaklaşım<div style="text-align: justify;">
Madem geri döndük, madem yıl sonundayız, hemen 2013 yılında dinlediğim müzikler hakkında bir durum raporu yazayım.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Durum raporumda herşeyden önce istatistiksel verileri baz aldığımı, dinlediğim herşeyin (hangi platformdan dinliyor olursam olayım) Last.fm ile kaydını tuttuğumu, bu bilgileri sizinle kaynak kullanarak paylaştığımı bilmenizi isterim (datalarım hep accurate idir).</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<h3 style="text-align: justify;">
2013'de en çok dinlediğim 10 grup</h3>
<div>
<ul>
<li style="text-align: justify;">Rome - 931 kez</li>
<li style="text-align: justify;">Ulver - 559 kez</li>
<li style="text-align: justify;">Amorphis - 328 kez</li>
<li style="text-align: justify;">Katatonia - 323 kez</li>
<li style="text-align: justify;">Tiamat - 221 kez</li>
<li style="text-align: justify;">Rotting Christ - 203 kez</li>
<li style="text-align: justify;">Moonspell - 166</li>
<li style="text-align: justify;">Rise Against - 161</li>
<li style="text-align: justify;">Nachtmystium - 159</li>
<li style="text-align: justify;">Paradise Lost - 155</li>
</ul>
<div>
<div style="text-align: justify;">
Rome yanılmıyorsam hayatıma 3 yıl önce, last.fm sayesinde girdi ve o zamandan beri orada. Doğruya doğru son üç yıldır en çok dinlediğim gruptur ve bu listede ulver ile birlikte en başta olmasına hiç şaşırmadığım topluluktur. Amorphis'in yeri ise adeta şok etti beni (baya soğuk su getirdi arkadaşlar, sakinleştirdiler falan), son üç albümü içinde en dinlenebilir bulduğum albümleri bu yıl çıkan (bu yıl çıktı dimi lan!) Circle oldu ve birkaç şarkısını cidden çok sevdim (the wanderer, hopeless days) fakat albüm genelini katatonia'yı listede 4.lüğe düşürecek kadar dinlediğime inanamıyorum. Muhtemelen eski albümlerini falan dinlemişimdir (ne olur ne olmaz diye last.fm'e dava açmaya hazırlanıyorum). Bu arada Katatonia'yı sadece 323 kez dinlemiş olmama da inanamıyorum. Gecenin bir yarısı, sarhoş halde pürtelaştan eve dönerken az dinlemedim The Racing Heart'ı, Lethean'ı ve Ambitions'ı (ve bağıra bağıra eşlik ettim evet). Kendilerini 2. ya da 3. olarak görürüm diye düşünmüştüm. Onca acılar hep boşuna çekilmiş... :P </div>
</div>
<div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
</div>
<div>
<div style="text-align: justify;">
Tiamat, Moonspell ve Rotting Christ'te yeni albümleri ile, özelliklede eski günlerin anılarına bu listede haklı yerlerdeler. Nachtmystium ve Paradise Lost'ta süpriz değil. Fakat Rise Against harbiden büyük bir süpriz! Adamların sadece The Sufferer & the Witness albümünden Worth Dying For ve Injection şarkılarını çok sevmeme rağmen (harbiden süper parçalar, şimdi çalsa tüylerim diken diken olur), bir şekilde The Suffer & the Witness'i de baya dinlemişim (sanki biraz haybeye dinlemişim, olsun). </div>
</div>
<div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
</div>
<h3 style="text-align: justify;">
2013'de en çok dinlediğim 10 şarkı</h3>
<div>
<div>
<ul>
<li style="text-align: justify;">Atonement - Rebirth - 85</li>
<ul>
<li style="text-align: justify;">Bunun hakkında yorum yapmayacağım, biraz merak uyandıralım :)</li>
</ul>
<li style="text-align: justify;">Rome - You Threw It At Me Like Stones - 66</li>
<li style="text-align: justify;">Amorphis - The Wanderer - 61</li>
<li style="text-align: justify;">Ulver - February MMX - 52</li>
<ul>
<li style="text-align: justify;">spotify'da yok bu şarkı :P</li>
</ul>
<li style="text-align: justify;">Rome - Automation - 51</li>
<li style="text-align: justify;">Rome - The Accidents of Gesture - 49</li>
<li style="text-align: justify;">Amorphis - Hopeless Days - 46</li>
<li style="text-align: justify;">Katatonia - Lethean - 39</li>
<li style="text-align: justify;">Rome - A Legacy of Unrest - 38</li>
<li style="text-align: justify;">Katatonia - Ambitions - 38</li>
</ul>
</div>
<div>
<div style="text-align: justify;">
<iframe allowtransparency="true" frameborder="0" height="380" src="https://embed.spotify.com/?uri=spotify:user:iconium:playlist:1Re3znrNBUwU4Mq1utS7Ts" width="300"></iframe><br />
<br /></div>
</div>
</div>
</div>
<div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
</div>
<div>
<div style="text-align: justify;">
Bu şarkılar hakkında yorum yapmaktansa doğrudan şarkıları paylaşmak daha güzel kolay geldi şu an için. Bu şarkıların her biri için ayrıca bir iki cümle birşey yazarım belki önümüzdeki günlerde. Belki de yazmam :P Bu arada spotify'de February MMX olmadığı için ve playlistimin adı 10 şarkı olduğu için 11. şarkıyı da ekledim listeye. Diğer taraftan atonement'te yok listede, lakin çok yakında tüm listere en tepeden girecek kendileri (ehi). En çok dinlediğim 10 şarkı içinde 2013'de yayınlanan şarkıların hepsinin Amorphis'e ait olması 2013'de pek yeni birşey dinlemediğimin bir kanıtı olsa gerek.<br />
<br /></div>
</div>
<div>
<div style="text-align: justify;">
2014'de böyle geçmez inşallah diyor, bir sonraki yazımda görüşünceye kadar esen kalın diyorum. </div>
</div>
<div>
</div>
Saffahhttp://www.blogger.com/profile/02913158305236912020noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-6234793772247140082.post-82509891453864610922013-12-30T12:02:00.000+02:002013-12-30T12:11:40.389+02:00Hep Yuvaya Dönmek<div style="text-align: justify;">
Benim yazı yazmaya ara verip sonra tekrar kaldığım yerden başlamam, hayatımda rutine dönüştürdüğüm şeylerden bir tanesi. Kimse ile paylaşmadığım kişisel notlarımda bile aynı şeyi yapıyorum. Sanırım bazen, bazı hazlar yazı yazmanın gerekliliği unutmamı sağlıyor. </div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Fakat geriye dönüp, tekrardan yazacağım dediğim zaman, son yayınladığım yazı ile bu yazı arasındakı büyük farkı görünce cidden içim acıdı. Bir dönem eli kalem tutup iki tane güzel sayılabilecek cümle kuran her adam gibi bende yazar olmak isterdim (hobı olarak :P). Bu anlamda yazı yazdığım yerler de oldu, bknz;</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<ul>
<li>Bira Darkzine - albüm kritikleri, biografiler, edebi saçmalar, duygusal zırvalar*</li>
<li>iturocks.org - albüm kritikleri (çokça), az da olsa bir takım duygusal zırvalar</li>
<li>Swansong for Iconium - kişisel blogum, tamamen edebi saçmalar ve duygusal zırvalardan ibaret bir site</li>
<li>ve Arafta Yer Yok - standart kötümserliğime kapılmadan, hatta komik bile olabileceğim, başıma gelenleri yorumlayacağım, daha okunabilir kişisel blog'um.</li>
</ul>
<div>
<br /></div>
<div>
Bira Darkzine ve iturocks.org kapandı gitti. Swansong for Iconium'a uzunca bir süre devam ettim. Serde karanlık bir adamız, mutsuz ve depresifiz, elbette en uzun ömürlü olan o olacak. Fakat sonra onu da kapattım. Daha doğrusu ismini ve tasarımını değiştirip, eski yazıları saklayıp yeni bir başlangıç yapmayı denedim fakat bok oldu genel olarak. Belki tekrar açarım ya da eski yazılarımı tekrar yayınlarım bilmiyorum, orası problemli bir yer benim için. Ayrıca o kadar kötümser şeyler yazsam bile kimse ile paylaşmak istemiyorum, en azından o şekilde.</div>
<div>
<br /></div>
<div>
Fakat burası, burası bambaşka biryer ve galiba ben buraya geri dönmek istiyorum. Hayatımda beni besleyen herşey hakkında birşeyler yazmak isterken buluyorum kendimi, geçen gün izlediğim Hannibal sezon finali, iki yıl önce başından kalkmadan oynadığım Mass Effect serisi, geçen gün keşfettiğim post rock grubu The Ascent of Everest hakkında manyaklar gibi birşeyler söylemek istediğim şeyler. </div>
<div>
<br /></div>
<div>
Dolayısı ile yuvaya geri dönmeyi istiyorum. Eğlenceli, enteresan, komik ve kayde değer bulduğum şeyleri paylaşmak istiyorum ve yuvaya geri dönmek için ilk adımımı bu şekilde atıyorum. </div>
<div>
<br /></div>
<div>
NOT: Böyle şeylerin hep yeni yıl arifesinde olması beni bir klişenin parçasımı yapar? Asıl sensin bir klişenin parçası olan! Hıh!!!</div>
<div>
<br /></div>
<div>
<iframe allowfullscreen="" frameborder="0" height="302" src="//www.youtube.com/embed/ROgqMSLeeBs?rel=0" width="537"></iframe></div>
Saffahhttp://www.blogger.com/profile/02913158305236912020noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-6234793772247140082.post-12138561452536743992012-05-03T14:55:00.000+03:002012-05-03T14:58:59.031+03:00Atonement - Depth<div>
İlk stüdyoya girdiğim günü çok iyi hatırlıyorum. Bundan 13 yıl önceydi. O gün bundan sonra sürekli olarak yapmak istediğim şeyin bu olduğuna karar vermiştim. Asıl istediğim şey buydu artık benim.</div>
<div>
<br /></div>
<div>
13 yıl geçti. Hala stüdyoya giriyorum ve hala tam olarak yapmak istediğim hiç bir şeyi yapabilmiş değilim. Bir yandan eskisine nazaran bazı şeylerin peşinden daha iyi koşarken (düzenli stüdyoya girme, konu ile ilgili ciddi kararlar alma, yatırımlar yapma), bazı şeylerde ise eskisine nazaran daha kötü bir durumdayım (düzenli çalışma, daha fazla üretmek için yanıp tutuşma vs.).</div>
<div>
<br /></div>
<div>
Ama bir şekilde 13 yıldan beri hala bir şekilde bu iş ile uğraşmaya devam ediyorum. Kimileri için bir utançtır bu. 13 yılda ne yaptın? Ben ise 13 yıldır vaz geçmemiş olmak ile gurur duyuyorum. Evet beklentilerimiz azaldıkça azaldı geçtiğimiz yıllarda. </div>
<div>
<br /></div>
<div>
Aslında bu kendimize karşı işlediğimiz bir suçtu. Hayalini kurduğumuz hayatın zor yolundan sapıp bize güvenli bir alan yaratan, daha önceden seçilmiş, belirlenmiş hayatın yolunu seçtik. Bu bizim şimdiye kadar işlediğimiz en büyük günahtı. Bu günahın ise sadece bir kefareti vardı.</div>
<div>
<br /></div>
<div>
Atonement böyle bir bıkkınlık, böyle bir umutsuzluk sonucunda bir rakı masasında doğdu.</div>
<div>
<br /></div>
<div>
Atonement, Özgür'ün yıllarca biriktirdiği, üzerinde titrediği besteleri ve son bir kaç yıl içinde edindiği kayıt yapma tecrübelerinin bir sonucu olarak doğdu. </div>
<div>
<br /></div>
<div>
Depth Atonoment'in ilk şarkısı oldu. </div>
<div>
<br /></div>
<div>
Depth 13 yıl sonra biz bunu yaptık diyebileceğimiz yegane şey oldu. </div>
<div>
<br /></div>
<div>
<iframe allowtransparency="true" frameborder="0" height="100" src="http://bandcamp.com/EmbeddedPlayer/v=2/track=494014594/size=grande/bgcol=FFFFFF/linkcol=4285BB/" style="display: block; height: 100px; position: relative; width: 300px;" width="300">&lt;p&gt;&amp;amp;amp;amp;lt;p&amp;amp;amp;amp;gt;&amp;amp;amp;amp;amp;amp;amp;lt;a href="http://aforatonement.bandcamp.com/track/depth"&amp;amp;amp;amp;amp;amp;amp;gt;Depth by Atonement&amp;amp;amp;amp;amp;amp;amp;lt;/a&amp;amp;amp;amp;amp;amp;amp;gt;&amp;amp;amp;amp;lt;/p&amp;amp;amp;amp;gt;&lt;/p&gt;</iframe></div>
<div>
<br /></div>
<div>
<br /></div>
<div>
Depth'in bestesi tamami ile Özgür'e ait. Tüm çalgıları da evde kendisi kaydetti. Şarkı sözlerini Emre yazdı. Vokalleri ben yaptım. Şarkının tüm miksajı ile de Özgür ilgilendi.<br />
<br />
<a href="http://aforatonement.bandcamp.com/">http://aforatonement.bandcamp.com/</a><br />
<a href="https://www.facebook.com/aforatonement">https://www.facebook.com/aforatonement</a><br />
<a href="http://soundcloud.com/saffah/atonement-depth">http://soundcloud.com/saffah/atonement-depth</a><br />
<a href="http://www.youtube.com/watch?v=oyH9CUG6jpw">http://www.youtube.com/watch?v=oyH9CUG6jpw</a><br />
<br /></div>
<div>
<br /></div>
<div>
<br /></div>Saffahhttp://www.blogger.com/profile/02913158305236912020noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-6234793772247140082.post-57623469802015156872012-05-03T12:32:00.001+03:002012-05-03T12:32:58.407+03:00Neler Yaşadığımı Bilsen Geceleri Uyuyamazdın!Yuh! <div>
<br /></div>
<div>
Bir şekilde buraya geri döneceğimi biliyordum ama bu şekilde olacağını bilmiyordum. Shining Norveç'in en pis, en depresif black metal gruplarından bir tanesidir. Damar değildir (kendi görüşüm), insanın içine işleyen, yavaş yavaş yayılan bir kanser gibir yarattığı huzursuzluk hissi. Ağır ağır o karanlığın içine gömülürsünüz ve muhtemelen bunu bile bile, isteyerek yaşarsınız. </div>
<div>
<br /></div>
<div>
Neyse efendim, konumuzun diğer tarafında ise Katatonia var. Geceler boyu ufak tefek (hatta siktir boktan) dertlerimize, kederlerimize anlam katan grup. Ve konumuzun temelinde bu şarkı var. Nakaratındaki "You would never sleep at night, if you knew what i been through" cümlesini her dinleyişimde tüylerimi diken diken eden bu şarkı. </div>
<div>
<br /></div>
<div>
Ve dün geceden beri duygusal düzeni alt üst eden bir kavır. </div>
<div>
<br /></div>
<div>
<iframe frameborder="no" height="166" scrolling="no" src="http://w.soundcloud.com/player/?url=http%3A%2F%2Fapi.soundcloud.com%2Ftracks%2F45048882&show_artwork=true" width="100%"></iframe></div>Saffahhttp://www.blogger.com/profile/02913158305236912020noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-6234793772247140082.post-20836749382544157572011-11-16T14:52:00.001+02:002011-11-16T15:01:02.605+02:00Rome - A Legacy of Unrest<iframe allowfullscreen="" frameborder="0" height="315" src="http://www.youtube.com/embed/Fdq4OlCe2oU" width="420"></iframe>
<br />
<br />
master, i praise you<br />
i’ve come here to tame<br />
the demands of the flesh<br />
i’ve come to forget my name<br />
we all thought that the moon<br />
should be turned to blood<br />
and that it’s the worst thing<br />
to want for one who comes not<br />
<br />
but there’s nothing left than to obey<br />
all of their laws of wealth<br />
always fighting on both sides<br />
no denial, no denial<br />
<br />
master, i serve you<br />
and i serve the language<br />
of failure and doubt<br />
i’ve come to sell you my anguish<br />
we all thought that the moon<br />
should be turned to blood<br />
and that it’s the worst thing<br />
to try to please and please not<br />
<br />
but there’s nothing left than to obey<br />
all of their laws of wealth<br />
always fighting on both sides<br />
no denial, no denial<br />
<br />
yes, there’s nothing left than to obey<br />
all of their laws of wealth<br />
master, are you taking sides?<br />
no denial, no denial<br />
<br />
and it feels like spring again<br />
we’ve sealed this feel again
though<br />
you tried to blind me<br />
i still saw you blush<br />
it feels like spring again<br />
we’ve sealed this feel again<br />
though you tried to blind me<br />
though you tried to blind me<br />
we do not pause, we do not rest<br />
so do not speak, please do not test<br />
my nerve like this, in a season like this<br />
we do not pause, we do not rest<br />
so do not speak, please do not test<br />
my nerve like this, in a season like this<br />
you tried to blind me<br />
you tried to blind meSaffahhttp://www.blogger.com/profile/02913158305236912020noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-6234793772247140082.post-53309766776393982432011-10-24T18:33:00.001+03:002011-10-24T18:33:36.030+03:00Kalp Kıran Sentenced ŞarkılarıDertli tasalı gruptur Sentenced. Hani bunun yanı sıra gazdır, görkemlidir, vurucudur ama işte dertli tasalı gruptur. Bazı şarkıları vardır hem sözleri hem de melodileri ile her dinleyişinizde tüylerinizi diken diken eder, çocukluk aşkınızın kalbinizi kırdığı günlere geri götürür.<br />
<br />
Garip bir duygusal devinim (yürü bea!!!) yaşadığım bu günlerde bir iki Sentenced şarkısına feci halde takmış bulunmaktayım. İşte merak ile beklediğiniz (merakla bekliyorsunuz değil mi? aşkolsun...) o şarkılar...<br />
<b><br /></b><br />
<b>Fragile</b><br />
<b><br /></b><br />
<iframe allowfullscreen="" frameborder="0" height="315" src="http://www.youtube.com/embed/ZQvMXKWvs8Q" width="420"></iframe><br />
<b><br /></b><br />
<b>No One There</b><br />
<br />
<iframe allowfullscreen="" frameborder="0" height="315" src="http://www.youtube.com/embed/kFHd0oegYfs" width="420"></iframe><br />
<br />
<b>Aika Multaa Muistot (Everything Is Nothing)</b><br />
<b><br /></b><br />
<iframe allowfullscreen="" frameborder="0" height="315" src="http://www.youtube.com/embed/-vQM4Wct7Ts" width="420"></iframe><br />
<br />
<b>The River</b><br />
<b><br /></b><br />
<iframe allowfullscreen="" frameborder="0" height="315" src="http://www.youtube.com/embed/IyGNENT0HLA" width="420"></iframe><br />
<b><br /></b><br />
<b>The Rain Comes Falling Down</b><br />
<br />
<iframe allowfullscreen="" frameborder="0" height="315" src="http://www.youtube.com/embed/Ov4FYEpJ8kc" width="420"></iframe>Saffahhttp://www.blogger.com/profile/02913158305236912020noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-6234793772247140082.post-78078132382717351112011-09-23T00:00:00.000+03:002011-09-23T00:00:33.895+03:00Kristoffer'ın En İyi 5 PerformansıAslında başlığı biraz yanlış seçtim diyebilirim. Zira burada listeyeceğim şarkılardan çok daha -tabiri caiz ise- teknik performansları var Kristoffer abimin. Ben daha çok en çok sevdiğim beş vokal performansını seçmeye çalıştım kendilerinin.<br />
<br />
Kendisini tanımayanlar için kısa bir açıklamaya yapayım Kristoffer Rygg hakkında. Kendisi Norveçli bir müzisyendir. Norveç black metal piyasasının önemli isimlerinden birisidir. Fakat neredeyse on yılı aşkın bir süredir black metal ile hiç bir alakası olmayan müzikler ile ilgilenmektedir ve onlarca grupta vokal yapmışlığı vardır (bknz http://bit.ly/rg3Ldt ). Birlikte müzik yaptığı tüm gruplar içinde kendisine özel olan topluluk Ulver'dir.<br />
<br />
<div style="text-align: left;">
<b>Head Control System - Rapid Eye Movement </b></div>
<div style="text-align: left;">
<br /></div>
<div style="text-align: center;">
<div style="text-align: left;">
<iframe allowfullscreen="" frameborder="0" height="315" src="http://www.youtube.com/embed/Pa7aeT_y3wE" width="420"></iframe></div>
<div style="text-align: left;">
<br /></div>
<div style="text-align: left;">
<b>Professor Fate - Limbo</b></div>
<div style="text-align: left;">
<b><br /></b></div>
<div style="text-align: center;">
<div style="text-align: left;">
<iframe allowfullscreen="" frameborder="0" height="315" src="http://www.youtube.com/embed/dbEbNE-aOXk" width="420"></iframe></div>
<div style="text-align: left;">
<br /></div>
<div style="text-align: left;">
<b>Ulver - For the Love of God</b></div>
<div style="text-align: left;">
<b><br /></b></div>
<div style="text-align: left;">
<iframe allowfullscreen="" frameborder="0" height="315" src="http://www.youtube.com/embed/LuMHXJczmVA" width="420"></iframe></div>
<div style="text-align: left;">
<br /></div>
<div style="text-align: left;">
<b>Ulver - Østenfor Sol Og Vestenfor Maane</b></div>
<div style="text-align: left;">
<b><br /></b></div>
<div style="text-align: left;">
<iframe allowfullscreen="" frameborder="0" height="315" src="http://www.youtube.com/embed/nkUv_4WTVdE" width="420"></iframe></div>
<div style="text-align: left;">
<br /></div>
<div style="text-align: left;">
<b>Arcturus - Painting My Horror</b></div>
<div style="text-align: left;">
<b><br /></b></div>
<div style="text-align: left;">
<iframe allowfullscreen="" frameborder="0" height="315" src="http://www.youtube.com/embed/MXhStwGoXxU" width="420"></iframe></div>
</div>
</div>
Saffahhttp://www.blogger.com/profile/02913158305236912020noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-6234793772247140082.post-51003620411654302342011-09-16T11:54:00.000+03:002011-09-16T11:54:19.387+03:00Ulver - Wars of the RosesArtık Ulver yeni albüm çıkardığı zaman resmen mutlu oluyorum. Bilen bilir, Ulver metal yaptığı zamanlarda bile, kesinlikle kalıplarına sığmayan bir gruptu ve ne yapacakları hiç belli olmazdı. Mesela akustik albüm Kveldssanger'den sonra kimse Nattens Madrigal gibi bir albüm beklemiyordu. Fakat asıl beklenmedik olan sanırım Nattens Madrigal sonrası idi. Açık konuşmak gerekirse Shadows of the Sun ile Nattens Madrigal arasındaki dönem benim için biraz sönük geçmişti, pek hazmedememiştim o dönem adamların yaptığı müziği ki bunda o dönemlerdeki müzikal muhafazakarlığımın çok ciddi bir etkisi var. Fakat Shadows of the Sun ile herşey değişmişti, yıllardan sonra bende değişmiştim ve artık müzikal ön yargılarım Ulver ile arama giremez hale geldi. Daha sonrasında Blood Inside'ı bile dinleyebilir hale geldim (hatta Dressed In Black'in hastası bile oldum). Sonra da yeni albüm haberi geldi. Sonra da albüm çıktı.<br />
<br />
<div>
<div style="text-align: center;">
<iframe allowfullscreen="" frameborder="0" height="315" src="http://www.youtube.com/embed/zOlzfHnbmKo" width="420"></iframe></div>
<div>
<br />
<br />
Yeni Ulver albümünden beklentilerim Shadows of the Sun etkisinde bir albüm olmasıydı. Sanırım Shadows of the Sun ile grubun yeni kimliğini bütünleştirmiş olmamdan kaynaklanan bir yanılgıya kapılıp adamların deney yapma konusunda ki heveslerini görmezden gelmişim. Zira ciddi ciddi bir süpriz beklemiyordum bu albümden.<br />
<br />
Şu konuda yanılmadığımı düşünüyorum. Wars of the Roses kesinlikle Shadows of the Sun'ın ruhani takipçisi. Fakat bu elimizde hem aynı türde hem de aynı havada bir albüm olduğu anlamına gelmiyor. Öncelikle biraz daha indie-post rock sularında yüzen bir Ulver ile karşı karşıyayız. Hissettirdikleri olarak da tabiri caizse daha canlı, nefes aldığı hissedilen bir Ulver var karşımızda. Sanki, Shadows of the Sun'daki inzivaya çekilmiş adam kalbindeki aynı hisler ile insanların arasına geri dönmüş gibi.<br />
<br /></div>
<div>
<div style="text-align: center;">
<iframe allowfullscreen="" frameborder="0" height="315" src="http://www.youtube.com/embed/5tBoHYi_qh4" width="420"></iframe></div>
</div>
<div>
<br /></div>
<div>
Her Ulver albümünde olduğu gibi bir seferde içine girilebilecek bir albüm değil Wars of the Roses fakat bir kaç albüm öncesine göre daha rock alt yapılı bir albüm olduğu için bir Blood Inside (benim için bir çeşit milad sayılır o yüzden çok takıyorum Blood Inside'a) kadar da hazmı zor değil.<br />
<br />
<div style="text-align: center;">
<iframe allowfullscreen="" frameborder="0" height="315" src="http://www.youtube.com/embed/vEIxieAinKg" width="420"></iframe></div>
</div>
<div>
<br /></div>
<div>
Yedi şarkı olan albümden ilk dinlemelerimde dört(!!!) tane favori şarkımı hemen saptadım. Rock - jazz alt yapısı ile acaba dedirten February MXX, muhteşem bayan vokalleri ve düeti ile Providence, sade fakat büyüleyici piano melodileri ile September IV ve sonlarına doğru vay anasını dedirten vokal performansı ile England.<br />
<br />
<div style="text-align: center;">
<iframe allowfullscreen="" frameborder="0" height="315" src="http://www.youtube.com/embed/5NldthtqpJs" width="420"></iframe></div>
</div>
<div>
<br /></div>
<div>
Daha albümü dinlemeye yeni başladım diyebilirim. Fakat ona rağmen albümün hayatıma nasıl tenefüs ettiğini fark edebiliyorum. 2011'de doğru düzgün yeni albüm dinlemedim diyebilirim, fakat dinlediklerim içinde kesinlikle en değerlisi Wars of The Roses'dır (birde Head Control System yeni albüm çıkarsa).</div>
</div>
Saffahhttp://www.blogger.com/profile/02913158305236912020noreply@blogger.com4tag:blogger.com,1999:blog-6234793772247140082.post-65007495446995293822011-09-10T16:02:00.000+03:002011-09-10T16:02:24.133+03:00Olimpos ve İki ŞarkıKötü bir 9gag alışkanlığı ile tatile her zaman çıkmam, ama çıktığım zaman anasını ağlatırım gibi bir cümle ile yazıya başlamak istiyor gibiyim. Neyse ki sağ duyulu bir insan olarak, doğrudan bu cümleyi kurmak yerine böyle iki yüzlü bir giriş yapmayı tercih ettim. Üst satırlarda kabaca saçmaladığım gibi çok sık tatile çıkabilen bir adam değilim. Garip bir şekilde öğrenci iken, bilgisayar gibi şeyleri tatile tercih ettiğim olabiliyordu (şimdi ki aklım olsa "Fuck Apple its holiday time" derdim :P). Daha sonra iş dünyasına girince ise olayın boyutu çok hızlı değişti.<br />
<br />
Eskiden çok ciddi bir ihtiyaç olarak görmediğim tatile çıkma, iş dünyası ve kendi bireysel dingilliklerim ile iyice işkenceye çevirdiğim hayatımdaki en önemli şey haline geldi. Böylelikle ben bu yaz için çok ciddi tatil planları yapmaya başladım. Plan ağustos ayının başında Kaş'a gitmekti. Fakat iş dünyası korkunç ağlarını örmüş, aylar önceden aldığım izin son anda bir tarafımda patlamıştı. Akabinde olaylar çılgınca gelişti, kader ağlarını ördü, bir takım ciddi kararlar alındı, vedalar edildi, ailem bu bayramlık beni azat etti ve bende bu sayede bayram tatilinde Olimpos'a gittim.<br />
<br />
Fakat Olimpos'a da gerçekten kürkçü dükkanına gider gibi gittim. Çok sık tatile çıkmamak ile beraber son çıktığım tatillerin hepsini Olimpos'da geçirdim ve toplama kampı kalitesindeki hizmetlerinden, ankaralılarından, çakma hippilerinden, ayağımı paramparça eden taşlarından ve dandik sahilinden muazzam derecede sıkıldım.<br />
<br />
Lakin tatil tatildir dedim ve Olimpos'a bir şans daha verdim. Olimpos bu son şansı çok iyi değerlendirdi diyebilirim.<br />
<br />
Neyse efendim ben konumuza döneyim (evet en başından beri bir konumuz vardı). Son tatilim boyunca bana eşlik eden iki tane şarkı oldu. Özellikle Katatonia'dan Ashen tatilin neredeyse her günü bir kaç kez dinlediğim, her dinleyişimde bir kere daha dinlemeliyim dediğim, nakaratını bir yerden bir yere yürürken muhakkak mırıldandığım bir şarkı idi. Bu şarkı grubun son albümü olan (ve muhteşem bir albüm olan) Night is the New Day albümünde bonus olarak bulunan bir şarkı. Öncelikle bu kadar güzel bir şarkının tüm ablümlerde değil de sadece special editionlarda olmasından ötürü topluluğu kınadığımı belirtmek isterim. Neyse efendim, tatil boyunca bu şarkıdan o kadar keyif aldım ki, eğer bu tatilde bu şarkı yanımda olmasaydı, bir şeyler kesinlikle eksik olurdu!<br />
<br />
<div style="text-align: center;">
<iframe allowfullscreen="" frameborder="0" height="345" src="http://www.youtube.com/embed/depcyXHeRoU" width="420"></iframe></div>
<br />
<div style="text-align: -webkit-auto;">
Bir diğer takıntılı şarkımda Ulver'in All the Love'dı. Ulver'de her zaman Katatonia kadar özel bir grup olmuştu. Sadece müzikal tercihleri yüzünden bazen yarattıkları dünyaynın içine girmek çok zor olabiliyordu. Shadows of the Sun benim grubun dünyasına tekrar girmemi sağlayan albümdü ve albümün çoktan bana ait farklı bir anlamı vardı. Fakat albümün eskiden de çok güçlü bulduğum şarkılarından bir tanesi olan All the Love tatilde çok daha farklı bir anlam kazandı. Birinci dakikanın sonunda başlayan perkisyon, 1:30'da başlayan vokal melodisi, o vokal melodisi bittikten sonra başlayan saksafon solosu (saksafon dimi?) ve ardından gelen atonel piyano... ve benim bu trafiği takip ederek izlediğim sahil... Muhteşem...</div>
<div style="text-align: -webkit-auto;">
<br /></div>
<div style="text-align: center;">
<iframe allowfullscreen="" frameborder="0" height="345" src="http://www.youtube.com/embed/JmBN1BW6o3o" width="420"></iframe></div>
Saffahhttp://www.blogger.com/profile/02913158305236912020noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-6234793772247140082.post-57418337781129876892011-08-08T22:52:00.002+03:002011-08-08T23:12:34.966+03:00Kosheen - Catch<div style="text-align: center;"><iframe allowfullscreen="" frameborder="0" height="286" src="http://www.youtube.com/embed/uTNlHRx4riE" width="450"></iframe></div><br />
Evet efendim, yaşıtlarım smooth jazzlar, lounge fmler dinliyor olabilir! Bende dönem dönem kendi müzik zevklerimin dışına taşabiliyorum! Mesela dönemsel olarak yaşadığım Röyksopp krizlerim var (bazende çok feci U2 krizi geçiriyorum, gece gündüz One dinliyorum çok korkunç oluyor). Şu sıralar bu tarz histerik müzik dinleme adetime bir yenisi eklemiş bulunmaktayım. Kosheen'den Catch krizi. <br />
<br />
Kosheen'i bir dönem rahatsız edici Hide U şarkısı ile tanıdık televizyonda gördüğümüz kadarı ile. Dürüst olmak gerekirse o şarkının hiç bir zaman hastası olmadım, hala da pek sevmem. Lakin o günlerde televizyona Catch de dönmeye başlamıştı ve benim için işin rengi değişmeye başlamıştı. <br />
<br />
O zamanlar bile bu şarkıyı çok sevdiğimi biliyordum, vokal melodisi daha ilk dinlediğimde dilime dolanmıştı, gayet şahane bir şarkıydı fakat ben ve o ayrı dünyalara aittik. O günlerde muntazam black metal dinlemek durumundaydım, büyük bir sorumluluk altındaydım, dünyevi müziklerle dikkatimi dağıtamazdım (ehi).<br />
<br />
Sonra aradan yıllar geçti ve sıkıcı bir iş günü tekrar karşılaştık kendisi ile. Artık bizi ayırmaya çalışan zalim metalciler de yoktu hayatımda (siz bilmezsiniz çok feci mahalle baskısı yapar metalciler :P). Bizde öyle bir hasret giderelim dedik. O sebepten şu sıralar Kosheen ile feci halde hasret gideriyorum. Öyle böyle değil, başka bir şey dinleyemez hale geldim. Şu anda soğuk kanlı bir şekilde Catch krizimin bitmesini bekliyorum (Kriz bitsin cehenneme giderken yanıma alacağım 10 albümün ikinci yarısını yazacağım, daha cennete giderken yanıma alacağım 10 albüm var). Saffahhttp://www.blogger.com/profile/02913158305236912020noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-6234793772247140082.post-90465740284494870822011-07-31T18:22:00.000+03:002011-07-31T18:22:15.898+03:00Cehenneme Giderken Yanıma Alacağım 10 Albüm (İlk 5)Müzik zevkimin karanlık yanı hakkında bir makale yazma planım çok uzundır vardı. Bir çok konuda çok uzun zamandır plan sahibiyim. Hatta hiç bir şeyi anlık olarak yapmıyorum. Önce düzenli bir şekilde planımı yapyorum, sonra da yıllar sonra belki yapılabilecekler listesine koyuyorum, bir sonraki adımda da o listeyi nereye koyduğumu unutuyorum ve mutlu mesut hayatıma devam ediyorum. <br />
<br />
Lise 1 den sonra müzik zevkimde bir takım değişiklikler olmaya başlamıştı (o dönem zaten herşeyde bir değişiklik oluyordu allaha çok şükür). Metallica, Megadeth falan artık beni kesmiyordu. Çok daha karanlık (acı çekiyorduk kardeşim), çok daha saldırgan (acı çekiyorduk ama kendimizi de ezdirmiyorduk) ve çok daha havalı (ergendik hocam, kanımız kaynıyordu) şeyler dinlemek istiyordum. Bu isteklerimin peşinden koştum. Sonrasında bir takım olay gelişti ve karşınıza Cehenneme giderken yanıma alacağım 10 albüm listesi ile çıktım. <br />
<br />
<b>Immortal - At The Heart Of Winter</b><br />
<br />
<div style="text-align: center;"><iframe allowfullscreen="" frameborder="0" height="349" src="http://www.youtube.com/embed/r8U8GOEClpU" width="425"></iframe></div><br />
Bu albüm için dinlediğim ilk black metal albümü diyebilirim. Albümü DJ club'dan aldığım günü hala hatırlarım. Daha dün metallica dinleyen çocuk bugün abiler ligine giriyordu. Artık çok daha sert, çok daha acayip bir müzik dinleyen, ortamın en havalı adamıydım. İşin denyoluk boyutu buydu. İşin diğer tarafında ise adı ile özdeşleşmiş muhteşem bir albüm var. Hala dinlediğim zaman kendine münazır, steril bir dünyaya götürür beni bu albüm. Sanki buzdan yapılmıştır albümün melodileri, dinlerken -270 dereceyi hayal ederken bulursunuz kendinizi. <br />
<br />
<b>Dimmu Borgir - Stormblast</b><br />
<br />
<div style="text-align: center;"><iframe allowfullscreen="" frameborder="0" height="349" src="http://www.youtube.com/embed/m6Nt-u6B8Ss" width="425"></iframe></div><br />
Yok, neredeyse son üç albümdür Dimmu'nun yaptığı işleri hiç ama hiç beğenmiyorum. Artık olayın imaj ya da populerlik boyutu beni ilgilendirmiyor. Tipi yüzünden adamlara ne hayranlık ne de kin duyacak değilim (eee yaşıtlarımız smooth jazz dinliyor, bizde olgunlaşalım biraz :P). Fakat Dimmu'da artık eskiden bulduğum güzel şeyi bulamıyorum. Dimmu'da eskiden bulduğum güzel şey neydi diye soracak olursanız sanırım vereceğim cevap Stormblast olacaktır. Stormblast albümü (özellikle orjinal albüm) kesinlikle grubun kariyerinin en duygusal albümüdür. Zayıf gitar ve davul tonları yüzünden albüm yer yer yüksek tempolara çıksada hiç bir zaman yürek hoplatan black metal saldırganlığına ulaşmıyor. Bestelerdeki minor gam ağırlığı ve incelikli yazılmış piano partisyonları ile albümün bana huzur verdiğini bile söyleyebilirim. <br />
<br />
<b>Cradle of Filth - Cruelty Brought Thee Orchids</b><br />
<br />
<div style="text-align: center;"><iframe allowfullscreen="" frameborder="0" height="349" src="http://www.youtube.com/embed/hW8HpvsbOi4" width="425"></iframe></div><br />
Yani, sanırım müzikal anlamda olmasada işlev bazında black metalin Metallica'sı diyebiliriz bu denyolara. Bu grup ile girersin black metal dünyasına ve bir süre sonra yer altına girdikçe unutur gidersin bu adamları. Her ne kadar ilk dinlediğim black metal grubu olmasada ilk dinlediklerimden bir tanesi idi Cradle of Filth. Black metal ile tabiri caizse duygusal diyebileceğimiz senfonik pasajlar ve bayan vokalleri bir arada kullanan grup doğruya doğru dinlenmesi daha kolay bir müzik yapıyordu akranlarına göre. O günlerde bu albüm bence bu tarz müziğin doruk noktası idi. Sırf o günlerin hatrına bile arada sırada dinlediğim bir albümdür ve bence hala grubun en özel albümüdür. <br />
<br />
<b>Marduk - Plague Angel</b><br />
<br />
<div style="text-align: center;"><iframe allowfullscreen="" frameborder="0" height="349" src="http://www.youtube.com/embed/2qWE0HXTNvA" width="425"></iframe></div><br />
Bir şekilde cehennem ve müzik konuları yan yana geldiği zaman Marduk'un akla gelmemesi çok büyük bir ayıp olur. Bu manyak adamlar hep iyi müzik yaptılar. Özellikle Mortuus'un vokallere geçmesi ile birlikte müzikleri daha da karakteristik bir havaya büründü. Karanlık mı? Evet. Tedirgin edici mi? Evet. Peki bunara rağmen albümü dinlerken garip bir arınma ve tatmin hissi yaşıyor muyum? Kesinlikle evet. <br />
<br />
Meshuggah - obZen<br />
<br />
<div style="text-align: center;"><iframe allowfullscreen="" frameborder="0" height="286" src="http://www.youtube.com/embed/qc98u-eGzlc" width="450"></iframe></div><br />
Buraya kadar listeye giren tek death metal grubu. Ama ne death metal grubu. Manyak aksak ritimleri ile bir çok müzisyenin taktirini toplayan bu adamları ben müzikal kapasiteleri yüzünden değil, teknikleri ile gövde gösterisi yapmaktan daha fazlasını başarabildikleri için seviyorum. Kanımca obZen bir death metal albümü olmasına karşın, yarattığı atmosfer ile sevdiğim tüm black metal gruplarında olan şeyi yapıyor, atmosferi ağırlaştırıyor ve tabiri caizse karanlık bir arınma deneyimi sağlıyor.Saffahhttp://www.blogger.com/profile/02913158305236912020noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-6234793772247140082.post-74251018727013877172011-06-20T23:01:00.001+03:002011-06-22T01:14:46.035+03:00Metal MilitaAbov... Ne kadar çabuk geçmiş zaman!! Bir kaç ay önce twitter üzerinden bildiğimiz metallica coverları nelerdir diye sormuştum. Takipçilerden bir sürü güzel öneri gelmişti. Aklımda kalan, en beğendiklerimi aşağıda sıralıyorum efendim (evet ölmedim, buralardayım, mümkün olursa buraya daha sık uğramak niyetindeyim ama söz veremiyorum :P).<br />
<br />
<b>Gojira - Escape</b><br />
İlk yorumumuz Gojira'dan geliyor. Gojira Fransa'dan çıkıp hastası olduğumuz ilk gruptur (ikincisi Gorod'dur). Gojira'nın escape yorumunu kanımca özel kılan şey modernleşen fakat öze sadık bir sound ile inanılmaz uyumlu Gojira vokalleridir. Ayakta alkışlıyoruz. Cansın Gojira.<br />
<br />
<div style="text-align: center;"><iframe allowfullscreen="" frameborder="0" height="349" src="http://www.youtube.com/embed/Ild0HOfvfkg" width="425"></iframe></div><br />
<b>Cannibal Corpse - No Remorse</b><br />
Cannibal Corpse suratınıza çarpan 100 ton çeken betondan bir tokat gibidir (allahım yanına geliyorum yarabbim!). Bunu küçük bir test ile ispatlayabiliriz. Ortalama bir rock dinleyicisinin bir kulağına şarkının orjinal Metallica versiyonunu, diğer kulağına da Cannibal Corpse versiyonunu verelim. Aradaki farkı gördünüz değil mi? Evet, hayvansın Cannibal Corpse.<br />
<br />
<div style="text-align: center;"><iframe allowfullscreen="" frameborder="0" height="349" src="http://www.youtube.com/embed/LOdT8YUHbqw" width="425"></iframe></div><br />
<b>Dark Tranquillity - My Friend of Misery</b><br />
Dark Tranquillity her zaman, en sert olduklarında bile dokunaklı bir gruptu. Bu yüzden metallica'nın en dokunaklı şarkılarından bir tanesini coverlamış olmalarına hiç şaşırmadım. Üstelik beklenenin aksine şarkıyı temiz vokalle yorumlamak yerine daha zor olanın altından alınları ak çıkmış olmalarını ayrıca takdir ediyorum. Adamsın Dark Tranquillity<br />
<br />
<div style="text-align: center;"><iframe allowfullscreen="" frameborder="0" height="349" src="http://www.youtube.com/embed/AtyPLBWa_fc" width="425"></iframe><br />
</div><br />
<b>Moonsorrow - For Whom The Bell Tolls</b><br />
Burada bahsi geçen metal grupları içinde, metallica'nın şarkısını kendi şarkısı haline getirebilen sanırım sadece bir tane grup var. Ofiste Eralp şarkıdan bahsettiğinde zaten dumur olmuştum (Moonsorrow severim ama şarkıdan haberim yoktu). Dinleyince iki kat daha dumur oldum. Çalan bir Metallica bestesiydi fakat çalan kesinlikle bir Moonsorrow şarkısıydı. Gözümsün Moonsorrow.<br />
<br />
<div style="text-align: center;"><iframe width="425" height="349" src="http://www.youtube.com/embed/bT63PZ6zF9g" frameborder="0" allowfullscreen></iframe><br />
</div><br />
<b>Iron Horse - The Unforgiven</b><br />
Iron Horse bence listemizdeki en enteresan grup ve en enteresan çalışma bu arkadaşların ki. Bir kere adamlar Metallica'nın müziğini metal alanından tamamen çıkartıyorlar ve gevurun bluegrass dediği şeyin içine sokuyorlar (amerikan taşra müziği gibi bir şey sanırım). Bu adamları dinleyip nefret edenlerde çok benim gibi hastası olanda. Beğenin ya da beğenmeyin adamların yaptığı iş bence taktire şayan. Kralsın Iron Horse. <br />
<br />
<div style="text-align: center;"><iframe width="425" height="349" src="http://www.youtube.com/embed/VDsqEQ1Y9KY" frameborder="0" allowfullscreen></iframe><br />
</div><br />
Bu da bonus çok afedersiniz.<br />
<div style="text-align: center;"><iframe width="425" height="349" src="http://www.youtube.com/embed/L0CsLefLisE" frameborder="0" allowfullscreen></iframe><br />
</div>Saffahhttp://www.blogger.com/profile/02913158305236912020noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-6234793772247140082.post-54026864652920771652011-03-21T17:38:00.000+02:002011-03-21T17:38:08.110+02:00We were designed to Party!!!<div style="text-align: center;"><iframe allowfullscreen="" frameborder="0" height="349" src="http://www.youtube.com/embed/rXn1zJa0K8c?rel=0" title="YouTube video player" width="425"></iframe></div><br />
"She's got you thinking this is how you’re supposed to be. It's not. We're young. We’re supposed to drink too much. We're supposed to have bad attitudes and shag each other's brains out. We were designed to party. We owe it to ourselves to party hard. We owe it to each other. This is it. This is our time. So a few of us will overdose, or go mental. Charles Darwin said you can't make an omelette without breaking a few eggs. That's what it's about - breaking eggs - by eggs, I mean, getting twatted on a cocktail of class As.<br />
<br />
If you could see yourselves... We had it all. We have fucked up bigger and better than any generation that came before us. We were so beautiful... We're screw-ups. I plan on staying a screw-up until my late twenties, or maybe even my early thirties. And I will shag my own mum before I let her.... or anyone else take that away from me!"<br />
<br />
Kesinlikle çok ama çok güzel...Saffahhttp://www.blogger.com/profile/02913158305236912020noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-6234793772247140082.post-11700535993389407472011-02-04T21:59:00.001+02:002011-02-04T22:13:11.464+02:00Sayın Konya, Bize İş Dünyandan Bahset<iframe allowfullscreen="" frameborder="0" height="349" src="http://www.youtube.com/embed/i_xs1OHafBI" title="YouTube video player" width="425"></iframe><br />
<br />
Yeni yıl yazısı mı yazsam, geçen seyrettiğim filmden mi bahsetsem, yoksa ayrı yazmadığım deler ve dalar konusunda vicdanımın ne kadar rahat olduğundan mı bahsetsem derken kendimi klavyenin başında anlamsızca ekrana bakarken buldum.<br />
<br />
Son günlerde epeydir yazı yazmadığım için kendimi gayet kötü hissediyor ve sürekli bir sonra ki yazımda nelerden bahsedeceğimi düşünüyorum. Mesela yukarıda bahsettiğim konular doğru girizgahı yapabilirsem gayet uzun paragraflar çıkarabileceğim konular. Komik. Normal koşullarda yazacak enteresan bir şey bulamadığım için yazamazken şu an bir sürü şey arasından doğru şeyi seçemediğim için yazamıyorum. Evet işim gücüm artistlik biliyorum.<br />
<br />
O zaman şuradan başlayalım. İlk olarak iş değiştirdim. Yaklaşık on aydır çalıştığım ajanstan ayrıldım ve başka bir ajansa geçtim. Her şeyden önce şunu söylemeliyim, bence hiç bir zaman çok çalışmak problem değil, problem korku ile, stres ile çalışmak. Bir önceki iş yerimde garip bir şekilde her üç ayda bir pozisyonumu değiştiriyorlardı. Artık SEO ile uğraş ya da artık adwords reklamları yap diye geliyorlardı kafalarına göre. Ayrıca çok şahane bir maaşım olmamasına rağmen bana verdikleri parayı sürekli kafama kakıyorlardı. Şirketi yeterince sahiplenmemek ve yaptığım işi sevmemekle itam edilmek de cabası. Göremedikleri şey ise sürekli değiştirdikleri sorumluluklarım sayesinde, hali hazırda yapabildiğim, yürütebildiğim işleri de yürütemez hale gelmiştim. Yazın ortasına kadar en erken saat dokuzda ofisten çıkarken birden bire değişen sorumluluklarım sayesinde saat altı olur olmaz ofisten çıkar, saat altıya kadar da saatin altı olmasını bekler hale gelmiştim. <br />
<br />
Tüm bunlar olup biterken patron herşeyi kontrol ettiğini, şirketi daha iyiye götürecek kararları aldığını düşünüyordu. Belki haklıdır bilemem, ama bence iş yapan bir adamı, iş yapamaz hale getirmek şirketi iyiye götürebilecek bir şey olmasa gerek. Tüm bunların dışında ofiste sürekli yerildiğimiz bir ortam vardı. Şunu hiç unutmuyorum, bir gün geldiler ve sana bir challenge veriyoruz dediler (challenge???!!!). Bir müşteri adayını müşteri haline getirmekti görevim. Çok büyük bir müşteri adayı değildi kendisi, hatta uzun vadede bize pek bir şeyde kazandırmayacaktı ama challenge challenge'dır dedim ve işin peşinden koştum. Allah'ın siktir ettiği yerlere toplantılara gittim. Müşteriye saatlerce SEO ve SEA anlattım (çok iyi SEO ve SEA anlatırım, isterseniz size de anlatayım :P ) ve en sonunda adama işi satmayı başardım. Sonra da herkesin içinde patrondan "aklın fikrin yokmu senin" gibi bir lafa maruz kaldım. Eh malum böyle bir laf duyunca adam konuşurken oturduğum yerde sinirden ağız burun yapmaya başladım (çok iyi ağız burun yaparım, isterseniz size de yaparım :P ). Patron ağız burun yapma dediğinde aklım fikrim yok ondan böyleyim dedim ve rahatladım (anında geçti ağız burun hareketlerim). <br />
<br />
Böyle bir ortam vardı ofiste. Patron olmadığı zaman mutlu mesut yaşıyor, patron gelince ben dahil herkesin morali bozuluyordu. Gitmek gerekiyordu. Kesinlikle gitmek gerekiyordu. Ve gittim. <br />
<br />
Şu an bulunduğum iş yerinde çalışmaya başlayalı tam iki hafta oldu. Henüz her şey çok yeni ve alışmakta bir miktar zorluk çektiğimi kesinlikle reddedemem. Bir kere artık 80 kişilik kadrosu olan(bir sürü insan var!!!) ve öyle ya da böyle kurumsallaşmış bir şirkette çalışıyorum. Sabahları işe giderken boğazı izleyerek müzik dinliyorum (Ofis hisarda, ev fındıklıda), öğle aralarında sahile iniyorum falan. Kebap anlayacağınız. <br />
<br />
Tabii içimizdeki o sinsi black metal kötümserliği yüzünden mevzunun tadını pek çıkaramıyorum. Her an bir bok olacak ve her şey bom bok bir hal alacak hissine kapılıyorum. Hayatımda işlerin rast gitmesine çok alışkın birisi değilim. Ama garip bir şekilde sanki şu an her şey gerçekten iyi gidiyor gibi.<br />
<br />
Hatta sanırım mutluyum (hassiktir ne dedim!!!)Saffahhttp://www.blogger.com/profile/02913158305236912020noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-6234793772247140082.post-69933713183495017702010-12-23T02:15:00.001+02:002010-12-23T02:16:38.870+02:00Bir black metalcinin röyksopp ile imtihanıHer ne kadar annemin karnındayken bile black metal dinleyen bir insan olsamda, yeri geliyor başka dünyadan namelere teslim oluyorum. Yani artık bir Nick Cave, bir The Cure ya da bir Tori Amos'a uzaylı muamelesi yapmayı çoktan bıraktım ama Röyksopp'a ne demeli? What Else Is There karanlık atmosferi ile yaradılışımıza yakın bir şarkıydı (nede olsa dertler, kederler bizden sorulur), kabul edilebilir bir istisnaydı ama sonradan gizliden gizliye sevdiğim Only This Moment ne olacak? Birde şimdi üstüne You Don't Have A Clue çıktı. Hemen Watain dinleyerek tövbe etmeliyim!!!<br />
<br />
Genel olarak yaptığı işler ile hala tam olarak benimseyebildiğim (benimsiyebileceğim) bir müzik yapmıyor Röyksopp fakat her halde tüm albümlerinde en az bir tane mütemadiyen dinleme ihtiyacı duyduğum şarkıları oluyor(şu an Funeral Mist dinleyerek tövbe ediyorum, affet beni Darkness). <br />
<br />
You Don't Have A Clue benim için kesinlikle bu dünyadan olmayan bir şarkı ve dinlediğim her seferinde günlük sıkıntılarım ile arama bir miktar mesafe koymayı başaran bir şarkı. Hatta bir anlığına kendimi başka bir yerde (daha iyi bir yerde) hissetmemi sağlayan bir şarkı. Son günlerde bu ne Watain'in ne de Funeral Mist'in başarabildiği bir şey değil. <br />
<br />
<object width="480" height="385"><param name="movie" value="http://www.youtube.com/v/TcoKxYv8NCQ?fs=1&hl=en_US&rel=0"></param><param name="allowFullScreen" value="true"></param><param name="allowscriptaccess" value="always"></param><embed src="http://www.youtube.com/v/TcoKxYv8NCQ?fs=1&hl=en_US&rel=0" type="application/x-shockwave-flash" allowscriptaccess="always" allowfullscreen="true" width="480" height="385"></embed></object><br />
<br />
<object width="480" height="295"><param name="movie" value="http://www.youtube.com/v/qz-nhcfTfWQ?fs=1&hl=en_US&rel=0"></param><param name="allowFullScreen" value="true"></param><param name="allowscriptaccess" value="always"></param><embed src="http://www.youtube.com/v/qz-nhcfTfWQ?fs=1&hl=en_US&rel=0" type="application/x-shockwave-flash" allowscriptaccess="always" allowfullscreen="true" width="480" height="295"></embed></object>Saffahhttp://www.blogger.com/profile/02913158305236912020noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-6234793772247140082.post-29630833455121007922010-11-28T14:26:00.001+02:002010-11-28T14:27:01.736+02:00Ölümü Kandırmak*2003 yazıydı. Ankara'dan tek yüküm hayal kırıklıkları ile Bozüyük'teki evimize geri dönmüştüm. Hacettepe'den geçen üç yıldan sonra tekrar üniversite sınavına girmiştim ve henüz teşhisini koymadığımız lanet hastalığım yüzünden yeni denemem bir hüsran olmuştu. <br />
<br />
Garip bir şekilde içinde bulunduğum kötü durumu kabullenmeye, okula geri dönmeye ve herşeyi yoluna sokmanın bir yolunu bulmaya gayret ediyordum. Biraz kendime gelip tekrar mücadele etmeye hazırlanmam gerekiyordu. Bu süre zarfında babamın yanında çalışmaya başlamıştım. Peder beyin şantiyelerinde şeflik yapıyor, işler hakkında fikir sahibi oluyordum. Aslında rutine alışmış, keyfim kısmen yerindeydi. Sabahları kalkıyor şantiyeye gidiyor. Akşama kadar işleri bir şekilde yoluna koyuyor sonrada eve dönüyordum. Tüm gece oyun oynuyor ya da arada sırada Eskişehir'e arkadaşların yanına kaçıyordum. Normal koşullarda işkence gibi olan bu yaşam biçimi, yüzleşmek zorunda olduğum problemlerden gönül rahatlığı ile kaçabildiğim güvenli bir yerdi. Henüz o yaz ölümle dans edeceğimi bilmediğimi de düşünürsek kendimi güvenli hissetmem oldukça doğaldı.<br />
<br />
Evet farkındayım, ölümle dans etmek biraz havalı bir deyim oldu ve dürüst olmak gerekirse bahsedeceğim üç olayın her halde sadece ilkini bir "ölümle dans" olarak kabul edebiliriz (evet, hastasıyım boyumdan büyük cümleler kurmanın). Neyse efendim böyle bir ruh hali ile günlük rutinlerimi yerine getiriyordum. Günlük rutinlerimin arasında yıllardır bir şekilde çözemediğim araba kullanma işi de vardı. Araba kullanmak benim için biraz problemli idi. Peder bey hiç bir zaman bana araba kullanmayı öğretme gibi bir girişimde bulunmadı. Arkadaş çevremdeki tüm çocuklar araba kullanmayı pazar günkü pikniklerde öğrendi. Ben ise 20 yaşından sonra ehliyet alırken öğrenmek zorunda kaldım. Doğrusunu söylemek gerekirse hiç bir şeyde öğrenmedim. Hatta bana direksiyon sınavından sonra sana ehliyet veriyoruz ama öğrenmeden sakın trafiğe çıkma demişlerdi. Gayet gurur kırıcı bir durumdu. 2003 yazı bir çok açıdan araba kullanma konusunda kendimi geliştirdiğim bir yazdı. Baya baya çözmüştüm işi. Fakat problem şu ki kullandığım şey bir araba değil kamyonetti. Hani şu kamyon yavrusu BMC pikaplar olur ya işte onlardan. <br />
<br />
Bir gün Bozüyük'ten İnönü'deki şantiyeye gitmeye karar verdim kendi başıma. Evet çok iyi bir fikir değildi. Ama yolun yarısına kadar hiç de öyle gelmemişti. Yolun yarısında teypte şarkı değiştirirken teyp yere düştü. Teybi geri takayım derken seksen kilometre hızla kontrolü kaybettim. Bir sağa bir sola savrulduktan sonra üst geçit duvarlarından birisine bodoslama çarptım ve araçla birlikte takla attım. Duvara tosladığım anda hayatım gözlerimin önünden falan geçmedi ne yazık ki, zaten pek ölecekmiş gibi hissetmedim. Daha çok peder beye nasıl durumu izah edeceğimizi düşündüm. Aracın tepe taklak olduğu anda durumun düşündüğümden daha farklı bir hale geldiğini anladım. Araçtan çıktığımda (gayet kendim çıktım), kaza olmadan önce uzakta gördüğüm kamyonlar yakınımda durmuşlardı. Üstüm başım kan ve motor yağı olmuştu, gayet satanist içerikli endüstriyel bir black metal grubunun üyesi gibiydim.<br />
<br />
Hastaneye gittiğimde ise durum yavaş yavaş trajikomik bir hal almaya başlamıştı. İlk önce üstümü çıkarttılar (kan ve motor yağı yoğunluğundan ötürü), sonrada alnıma dikiş atabilmek için garip bir şekilde saçımı topladılar (gelin başı gibi birşey yaptılar sağolsunlar) ve tüm bunlar olurken tüm akrabalarımız hastaneye beni ziyarete geldiler. Lakin ben ölümü kandırdığım (böyle dediğim zaman kendimi John McClane gibi hissediyorum - Die Hard serisindeki dedektif abimiz) hissine bu absürt durumdan sonra jandarma ifademi alırken vardım. Annem odadan çıktığında ifademi alan memur "olum ne yaptın sen" gibi birşeyler söyleyince, birde üstüne "aracı gördüğümüzde yeminle içine bakmaya cesaret edemedik" dediğinde vay anasını dedim. Tüm bunların üstüne birde bizim emektar BMC'nin hurdaya çıktığını duydum. Ciddi ciddi ölümü kandırmıştım. <br />
<br />
Ama ölüm henüz peşimi bırakmamıştı. Tam o günlerde de öss sonuçları açıklanmıştı. Elbette istediğimiz sonucu elde edememiştik. İronik bir şekilde hedeflerim çok büyüktü (boyumdan büyük işler yapmaya kalkma konusunda da çok iddialıyımdır). O yüzden aslında olmaması normaldi. Neyse efendim ben ilk kazanın etkilerini üzerimden çoktan atmış, araba kullanmaya bir süreliğine veda etmiş, günlük şantiye işlerine geri dönmüştüm. Lakin ölüm henüz peşimi bırakmamıştı fakat belli ki onun da şevki kırılmıştı. Zira ikinci denemesi ilkinin yanında çok ucuzdu. Şantiyedeydim ve hafriyatı takip ediyordum. Yaklaşık 3 metre derinliğinde kazı yapıyorduk. Ben kazının hemen kenarında duruyordum. Beko (çalışma makinesi, kocaman bir kepçe gibi birşey) kazısını yaptığımız alanın ortasında duruyordu. Birden bire benim üzerinde durduğum kütle bulunduğu yerden koptu ve aşağıya indi. Ben lan ne oluyor deyinceye kadar kendimi yaklaşık 2 metre aşağıda bulmuştum. İşin ilginç tarafı kopan kütlenin büyük bir bölümü aşağı inene kadar param parça olurken benim üzerinde bulunduğum yaklaşık yarım metre kare büyüklüğündeki alan hala tek parça idi. Hani oda parçalansaydı muhtemelen ölmez sadece kumun altında kalır, sonrada ölmeden mezara konmak başlıklı yazılar yazardım. Ama yine de bu olayı da ölümle dans etmek şeklinde yorumlamıştım (akşamları sürekli oyun oynadığım için sanırım etkisinde kalıyordum oynadığım şeylerin). <br />
<br />
Bu ikinci vak'adan sonra ailecek konu hakkında biraz tedirgin hissetmeye başlamıştık. Sonuçta üzerimde garip bir şansızlık (kazalardan ötürü) ve aşırı şanslılık (hepsinden kurtulmamdan ötürü) durumu vardı ve herkes Ankara'ya geri dönüşüm konusunda çok hassastı. Bir gün peder bey geldi ve istersen tercih yap İstanbul'a git dedi. Birden bire yazın tüm havası değişti. İstanbul'a taşınma fikri ile geri dönüp yüzleşmek zorunda kalacağım tüm hisleri terk edebilecektim. Bu muhteşem bir şeydi. Artık günlerim bir işkence değildi ama yine de çok sıkıcıydı. <br />
<br />
Ölüm ise hala pes etmemişti ama belki de etse daha iyi olurdu. Zira son denemesi ise diğer iki denemenin yanında cidden çok ucuzdu. Yazın son günleriydi ve kuzenimin oğlu sünnet oluyordu. Hep birlikte evlerinin bahçesinde oturuyor ikram edilen pilavı yiyorduk. Ben şantiyede çalışan emekçi arkadaşlarla oturuyordum (yürü bea!!! patronun emekçi oğluna bak!!!). Elbette çok sıkılıyordum ve hemen eve gidip oyun oynamaya devam etmek istiyordum. Tam o sırada insanları güneşten korumak için pazar yerinden araklanmış gibi duran devasa şemsiye kazıklarından bir tanesi tam oturduğum yerin iki santim arkasına gelecek şekilde devrildi. Evet demiştim diğerleri kadar korkunç ve ölümcül gözüken bir olay değildi. Fakat şemsiyeyi yerden kaldırırken toprakta açtığı boşluğu görünce, ya kafama gelseydi demekten kendimi alamadım. Ölmesem bile kesin sürünürdüm. O yüzdnen bu olayıda ölümle dans etmek olarak kabul ettim ve ben ölümü bir kez daha kandırmıştım. <br />
<br />
Sonrasında bu şantiye işlerinden ayrıldım ve İstanbul'a taşındım. İrili ufaklı aksiyonlarım olsa da o heyecanlı hayatı geride bıraktım. Şimdi kendimi tüm günü bilgisayar başında geçirerek yavaş yavaş öldürmeyi tercih ediyorum. Bir ara alkol ya da ona benzer kötü alışkanlıklar sayesinde erken yaşta huzur içinde öleceğimi düşünüyordum. Şimdi pek içkim kumarımda kalmadığı için aksiyondan son derece uzağım. Sanırım ölüm de daha az sıkıcı hayatları tehdit etmeyi tercih ediyor. <br />
<br />
* Donnie cheated death<br />
<br />
<object width="425" height="344"><param name="movie" value="http://www.youtube.com/v/xx2BCRpANI8?fs=1&hl=en_US&rel=0"></param><param name="allowFullScreen" value="true"></param><param name="allowscriptaccess" value="always"></param><embed src="http://www.youtube.com/v/xx2BCRpANI8?fs=1&hl=en_US&rel=0" type="application/x-shockwave-flash" allowscriptaccess="always" allowfullscreen="true" width="425" height="344"></embed></object>Saffahhttp://www.blogger.com/profile/02913158305236912020noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-6234793772247140082.post-40412894817254231672010-10-09T18:23:00.001+03:002010-10-09T18:24:07.785+03:00The Mortal KombatSene 1993, daha ilk okuldayım ama o günlerde de acılar kederler yakamı bırakmıyor. Bir yandan anadolu lisesi baskısı diğer yandan anneden babadan gizli ateri salonlarına gitme sevdası. <br />
<br />
O günlerde henüz kendime münhasır bir bilgisayarım veyahut bir oyun konsolum yok. Çevrede zaten topu topu birkaç çocukta sega mega drive var, nintendosu olana zaten pek gaz kesmiyorduk (Hele atari'nin hiç değeri yoktu). Amiga ile uğraşan tipler ise genelde bize göre yaşça büyük lavuklardı ve ancak annelerimiz ile onlara misafirliğe gittiğimizde yalvar yakar oturabiliyorduk amiganın başına. <br />
<br />
Anlayacağınız koşullar zorluydu. Oyun oynamak için olanak yaratmak gerekiyordu. İşin kötüsü en yakın ateri salonu eve gayet uzaktı. Üstelik ateri salonu ne kadar gereksiz, it kopuk varsa hepsinin bulunduğu bir yerdi (aslında anne ve baba haklıydılar izin vermemekte). Ama aşk böyle birşeydi. Zira Mortal Kombat bir kere dünyamı sallamıştı. <br />
<br />
Mortal Kombat bizim taşrada ilk önce lunapark'taki ateri salonuna gelmişti. Bu arada lunapark dediğim yer neredeyse terk edilmiş rezalet bir yerdi. Okula gitmeyen ne kadar çocuk varsa hepsi oradaydı ve i.neler daha o yaşta sigara içiyorlardı. Feci korkunç tiplerdi. Lakin onlara rağmen bir tarafımız üç buçuk ata ata gidiyorduk mekana. İlk önceleri sadece dinazor & cadillac oynamak için gidiyorduk. Zira şahsen Street Fighter pek sevmezdim. Fakat bir gün o manyak makine geldi…<br />
<br />
Mortal Kombat konusundaki ilk şaşkınlığımız oyunun grafiklerinin gerçek olmasıydı. O günlerde bu durumu "film gibi oyun", "oyundaki tipler çizgi film gibi değil gerçek film gibi" şeklinde betimliyorduk. Ben dandik pc dergilerinden öğrendiğim kadarı ile sayısal grafikli oyun diyordum hatta (ne demek lan sayısal grafik diye soran bir allahın kulu yoktu). Onun dışında yurdum televizyonlarında ninja furyasının yaşandığı zamanlardı. Bruce Lee, Van Dame, Lorenzo Lamas, Michael Dudikof, Mark Dacascos her gün televizyonda gördüğümüz, örnek aldığımız abilerdi. Mortal Kombat'taki karakterler ise bu tiplerin prototipleri gibiydi. Liu Kang'in Bruce Lee'ye tekabül ettiğinden hepimiz emindik, o konuda bir şüphe yoktu. Ama asıl sıkıntı Johnny Cage'in kim olduğu idi. Bir çoğumuz Van Dame olduğunu düşünüyorduk lakin onun Mark Dacascos olduğunu iddia edenlerde vardı (ilk oyundaki hali cidden çok benziyordu). Ama tüm bunların dışında Mortal Kombat'ı bizim için dünyanın en havalı oyunu yapan şey elbetteki fatality'lerdi. İlk fatality gördüğüm anı hala hatırlarım. Birden ekran karardı, sub-zero sallanan Liu Kang'n kafasını aparkat gibi bir hareketle kopardı, kopan kafadan aşağı omurga sarkıyordu. O ne biçim bir sahneydi, o ne havalı bir oyun sonuydu. Ne yazık ki içimizde fatality yapmayı bilen çok az adam vardı. Genelde oyunu kaybettiğin zaman o da şanslıysan görebiliyordun fatality'i (her zaman yapmıyordu yapay zeka fatality'leri). Bir kere fatality gördükten sonra da haftalarca onu konuşuyorduk. Sonuçta ateri salonunda olmadığımız hemen hemen her an arkadaşlar ile sahip olduğumuz bir tek gündem vardı. Mortal Kombat.<br />
<br />
Sonra aradan bir süre daha geçti ve dünyamızı ikinci kez değiştiren bir mevzu oldu. Eskişehir'e büyük, İstanbul standartlarında bir ateri salonu açıldı. Tinerci tiplerden ziyade ailen ile gidebileceğin, peder bey bowling oynarken senin ateri oynayabileceğin ve kimsenin sana hadi oğlum yeter demediği bir yer (benim kafamda böyleydi, lakin gerçek bu değildi). Ama o ateri salonunu özel kılan bambaşka bir şey vardı.<br />
<br />
Mortal Kombat 2.<br />
<br />
O zamanlar yaşımızda küçük olduğu için herşeyden daha çok etkileniyorduk ama Mortal Kombat 2 hala MK ailesinin en iyi oyunlarından bir tanesidir. Bir kere Scorpion ve Sub-Zero'nun maskelerinin hafif gaz maskesi vari bir şeye dönüşmesi benim için inanılmaz büyüleyiciydi. Zira adamların maskelerini hep o şekilde hayal etmiştim. Sonra renk paleti değişmişti, hareketler çok daha havalı olmuştu. Kintaro'nun sırtındaki Leopar deseni inanılmaz havalıydı. Shang Tsung'u oynayabiliyor olmak çok gazdı. En sonunda Liu Kang'ın düzgün bir fatality'si olmuştu. Oyundaki kız sayısı artmıştı. Herşey muhteşemdi (gözlerim doldu lan). <br />
<br />
Oyun o kadar güzeldiki mekanda bulunan bir tek MK 2 makinesinin önünde bir kuyruk bir de kalabalık grubu olurdu. Oyunu onamak isteyenler kuyruğa girer, oyunu izleyecek olanlar kalabalığı oluştururdu. Güzel günlerdi.<br />
<br />
Daha sonra (yaklaşık bir yıl sonra) Mortal Kombat 3 çıkmıştı ama o zamanlar bilgisayar oyunları ile daha içli dışlı olduğum bir dönemdi, oyun bende bir MK2 etkisi yaratamamıştı (ha onuda deliler gibi oynamıştım o ayrı). En son oynadığım Mortal Kombat oyunu olan MK4'ü ise ilk oynadığımda değerini anlamamıştım. İşin ilginç yanı geçtiğimiz dört yıl boyunca tayfa ile en çok oynadığımız oyunlardan birisi olmuştur kendileri. Hala hızlı oynanışı ile en çok sevdiğim dövüş oyunudur ve gerekirse hepinizi döverim.<br />
<br />
MK4 pc için çıkan son Mortal Kombat oyunuydu. Devamında çıkan oyunların hiç birisini doğru düzgün oynamadım, oynadığım kadarı ile de hiç birini pek sevmedim. Fakat yarın yeni bir Mortal Kombat çıkıyor, üstelik bizi eski günlere götürme iddiası ile çıkıyor. The Mortal Kombat ismi ile piyasaya çıkacak olan serinin son oyununu doğru ya doğru büyük bir heyecan ile bekliyorum. O oyun yüzünden ps3 alacağım hissine kapılmaktan kendimi alıkoyamıyorum (yapacağım sanırım). Oyun içi videolar ve trailerlardan gördüğümüz kadarı ile grafikler çok havalı gözüküyor, kombo yaparken kırılan kemikleri gördüğünüz x-ray modunun oyuna nasıl bir hava katacağını merakla bekliyoruz. Ayrıca +18 fatality'ler geri dönmüş, sevinçliyiz, gururluyuz. Eğer birde oynanış MK4 gibi seri olursa The Mortal Kombat beni çocukluğuma geri götürebilir. Birde eve bir adet arcade MK2 alsam, tam mutfağın yanına koysam, gelen misafirlere jeton satsam, almak istemeyenleri boksör kimliğimle tanıştırsam. Sonuçta boksör (ehi) olup MK hayranı olan birisi ile her zaman uzlaşmak gerekir. Her zaman. <br />
<br />
<object width="500" height="306"><param name="movie" value="http://www.youtube.com/v/hywvbAffJxI?fs=1&hl=en_US"></param><param name="allowFullScreen" value="true"></param><param name="allowscriptaccess" value="always"></param><embed src="http://www.youtube.com/v/hywvbAffJxI?fs=1&hl=en_US" type="application/x-shockwave-flash" allowscriptaccess="always" allowfullscreen="true" width="500" height="306"></embed></object>Saffahhttp://www.blogger.com/profile/02913158305236912020noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-6234793772247140082.post-24340757185151581562010-09-21T23:32:00.002+03:002010-10-08T18:10:09.081+03:00Saffah'ın boks ile imtihanıHayatım boyunca hiç bir zaman spor konusunda başarılı ve tutkulu bir adam olmadım. Küçükken bir ara arkadaş çevremin hepsi basketbol kursuna gittikleri için bende gitmiştim. O zamanlar orta okuldaydım ve yazın bizim taşrada yapılabilecek daha iyi hiç bir şey yoktu. Zaten basketbolda da pek bir numaram yoktu. Öylesine gidip geliyorduk demekte istemiyorum, baya baya kondisyon yapmıştım ama dünyaya ismimi basketbolla tanıtacak gibi gözükmüyordum (şimdi hiç bir şey ile tanıtamayacak gibi gözüküyorum). Hatta kurstan sonra yıldız takımına bile girmiştim lakin genelde maçlarda yedek klübesinde vakit geçirirdim (doğruya doğru). Yaşadığımız en ciddi tecrübe ekip olarak şu an neresi olduğunu dahi hatırlamadığım bir şehirde basketbol turnuvasına katılmıştık. Zaten bir maç bile kazanamamıştık. Sonrasında orta okulu bitirince daha değişik mevzulara merak sarıp, arkadaş grubunun da öss için takımdan ayrılmasından güç alıp spor hayatıma son verdim. Benim için çok da zor bir karar olmamıştı. <br />
<br />
Daha sonrasında, spor ile alakalı teğet geçmelerim hep "ulan kilo alıyoruz, ulan bizde niye six pack yok" gibi haklı kaygılar doğrultusunda olmuştu. Bir ara ablamın yanında kalırken, onun kondisyon bisikleti ile feci haşır neşir olmuştum. Hatta kendimce efsane bir program uyguluyordum, 15 dakika bisiklete binip sonrasında 30 mekik 15 şınarf gibi bir programım vardı ve bunu 4 set olarak uyguluyordum. Lakin bunu da bir alışkanlık haline getiremiyordum, en fazla bir ay aralıksız yapmışımdır. Arada sırada tekrar gaza gelip mekik çektiğim oluyordu ama hep "yarın spora başlarım arkadaş" hissiyatı sayesinde gönül rahatlığı ile erteliyordum bu küçük sporuda (zaten ömür geçti gitti herşeyi erteleye erteleye). En son yaz başında fitness tarzı bir yere gidip six pack için elimizden geleni yapmaktı niyetimiz ve elbetteki o da yalan olmuştu. <br />
<br />
Ama sonra Özgür yanıma taşındı ve herşey değişti. Öncelikle şu konuya açıklık getirmek isterim. İnsanın ev arkadaşı boksör olunca olaylara yaklaşım biçiminiz yavaş yavaş değişmeye başlıyor. Mesela ben hoşgörüden ve şiddet karşıtlığından daha çok bahseder oldum. Fakat bir yandan da bir kodun mu oturtabiliyor olmanın nasıl şahane bir his olduğunu düşünürken buldum kendimi. Ve nitekim bir süre önce antremanlara başladım. Hocamızın adı Şemsettin. Kendisi en azından 60-70 yaşlarında olup tanıdığım bir çok 40-50 yaş arası insandan genç gözükmekte. Lakin iyi niyetli ve görmüş geçirmiş birisi kendileri. Şemsettin hocadan özellikle bahsetmek istiyorum, zira ilk iki antremanı kendisi ile yaptık ve her ne kadar çok yorulduysakta mekandan ayaklarımızın üstünde çıkmayı başarmıştık. Hatta ben bir kaç hafta içinde sol ile süründürüp sağ ile öldürmeye başlarım diye düşünüyordum. Bunda Şemsettin hocanın fiziğimi boks için çok uygun görmesininde payı vardı sanırım. Yani herşey yolundaydı, fakat sonra İbrahim hoca geldi ve herşey değişti.<br />
<br />
İbrahim hoca ile yaptığımız ilk antremandan aklımda kalan şeyler acı, keder, acı, uzuvlarını hissedememe, acı, ölüp kurtulmayı dileme ve acıydı. Şemsettin hoca ne kadar benim ham oluşumu ve sportif olmayışımı anlıyorsa, İbrahim hoca da bunları zerre umursamıyordu. İbrahim hoca ile yaptığımız ısınma haraketleri bile çok acayipti. Adamın gösterdiği hareketi anlayıp yapana kadar adam hareketi değiştiriyor, dinlen dediğinde daha nefes alışımı düzenleyemeden başka ne olduğunu anlamadığım harekete geçiyordu. Isınma hareketleri bittiğinde ısınmayı bırak çoktan yorulmuş hissediyordum oysa daha işin başındayıdık(Adamın ısınma hareketlerini yaptırışı Yiğit Özgür'ün hızlandırılmış ingilizce kursu espirisini hatırlatıyor bana).<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjRPiFypJa5tlVcNItH9cM8I4zj_4T50mlM3kD9FGjbPz8Z5umYvqZmBQ4REEIXShyYfBpcmSuQ52uJTOPrZ-8qumV3vqnOpwPjVAd7DNxnGpQB5pQaPdIxnLw_7FIKFXhOdbfpCKDEVFeU/s1600/hizlandirilmis_ingilizce_kursu.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="358" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjRPiFypJa5tlVcNItH9cM8I4zj_4T50mlM3kD9FGjbPz8Z5umYvqZmBQ4REEIXShyYfBpcmSuQ52uJTOPrZ-8qumV3vqnOpwPjVAd7DNxnGpQB5pQaPdIxnLw_7FIKFXhOdbfpCKDEVFeU/s400/hizlandirilmis_ingilizce_kursu.jpg" width="400" /></a></div><br />
<br />
Isınma hareketleri bitip iş yumruk atmaya gelince kollarım ile aramda ne kadar kırılgan ve hassas bir ilişki olduğunu hissettim. Boşluğa yumruk atarken bile yorulan ben (atın bakalım boşluğa omuz seviyesinen yirmi yumruk, yaaa nasılmış?) birde eldiven takıp hoca ile egzersiz yapmak durumunda kalınca oracıkta ruhumu alması için allaha dua eder hale geldim. Şemsettin hocanın anlayışlı, hoş görülü hali gitmiş yerine karete kitteki kobra takımının lideri olan manyak adam gelmişti. Sanki yarın ölüm turnuvasına katılacakmışız gibi bir ciddietle hoca yumruk atmamı istiyor, ben attıkça daha hızlı daha sert diyordu. Ben nasıl dercesine hocaya bakışlar atıyor, umutsuzlukla kollarım ile aramdaki mesafeyi düşünüyordum. Hoca antremanı bitirmek için minderleri kapın dediğinde beş on dakika yer egzersizleri yapacaz sonrada gideceğimizi düşünüp mutlu olmuştum. Hocanın kendisi bile sizi çok yordum biraz minderde çalışalım ve gidin demişti. Fakat hiç bir şey gene göründüğü gibi ilerlemedi. Zira minderde ne kadar yapılması zor, adamın annesinden emdiğini burnundan getiren hareket varsa hepsini yapmak durumunda kaldık. Her hareketten sonra bu lütfen son olsun diyordum lakin bir türlü son hareket gelmiyordu. O gün nasıl oldu da antreman bitti ve eve ulaştık hiç birimiz anlamadık.<br />
<br />
Fakat İbrahim hocaya rağmen pes etmedik. Halen antremanlara gitmeye devam ediyoruz (benim dördüncü antreman oldu bugün). Dayanabildiğim kadar devam edip, bundan sonra meselelere yaklaşırken hoşgörü odaklı çözümler yerine fiziksel çözümler arayacağım, sol ile süründürüp sağ ile öldüreceğim (tabii İbrahim hocanın ellerinde ölmezsem).Saffahhttp://www.blogger.com/profile/02913158305236912020noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-6234793772247140082.post-29708368641160240812010-07-17T15:24:00.001+03:002010-07-17T15:31:39.709+03:00Başka Dünyadan ŞarkılarHer ne kadar metal müziği aşamamış (hehe) bir müzik sever olsamda arada sırada genel müzik zevkimin dışındaki şarkılardan etkilenebiliyorum. Farklı müzik türlerini keşfetmek konusunda hiç bir zaman bir eğilimim olmadı, hatta bir süredir sevdiğim müzik türlerinde yeni şeyler keşfetme çabamda yok. O yüzden başka dünyadan şarkıları derlemek benim için biraz zor oldu. Ama ben yılmadım, derledim (çok mühim birşeymiş gibi).<br />
<br />
Massive Attack - Angel<br />
<object height="360" width="480"><param name="movie" value="http://www.dailymotion.com/swf/video/x1axtp"></param><param name="allowFullScreen" value="true"></param><param name="allowScriptAccess" value="always"></param><embed type="application/x-shockwave-flash" src="http://www.dailymotion.com/swf/video/x1axtp" width="480" height="360" allowfullscreen="true" allowscriptaccess="always"></embed></object><br />
<br />
Röyskopp - What Else Is There<br />
<object height="360" width="480"><param name="movie" value="http://www.youtube.com/v/KLpkXtM-VI8&hl=en_US&fs=1?rel=0"></param><param name="allowFullScreen" value="true"></param><param name="allowscriptaccess" value="always"></param><embed src="http://www.youtube.com/v/KLpkXtM-VI8&hl=en_US&fs=1?rel=0" type="application/x-shockwave-flash" allowscriptaccess="always" allowfullscreen="true" width="480" height="360"></embed></object><br />
<br />
Flunk - Six Seven Times<br />
<object height="360" width="480"><param name="movie" value="http://www.youtube.com/v/fcS0ZGtT5zw&hl=en_US&fs=1?rel=0"></param><param name="allowFullScreen" value="true"></param><param name="allowscriptaccess" value="always"></param><embed src="http://www.youtube.com/v/fcS0ZGtT5zw&hl=en_US&fs=1?rel=0" type="application/x-shockwave-flash" allowscriptaccess="always" allowfullscreen="true" width="480" height="360"></embed></object><br />
<br />
Depeche mode - Precious<br />
<object height="360" width="480"><param name="movie" value="http://www.youtube.com/v/XeTpP3x2rcw&hl=en_US&fs=1?rel=0"></param><param name="allowFullScreen" value="true"></param><param name="allowscriptaccess" value="always"></param><embed src="http://www.youtube.com/v/XeTpP3x2rcw&hl=en_US&fs=1?rel=0" type="application/x-shockwave-flash" allowscriptaccess="always" allowfullscreen="true" width="480" height="360"></embed></object><br />
<br />
Sise - More Shine<br />
<object height="360" width="480"><param name="movie" value="http://www.youtube.com/v/mi2yToXmsv4&hl=en_US&fs=1?rel=0"></param><param name="allowFullScreen" value="true"></param><param name="allowscriptaccess" value="always"></param><embed src="http://www.youtube.com/v/mi2yToXmsv4&hl=en_US&fs=1?rel=0" type="application/x-shockwave-flash" allowscriptaccess="always" allowfullscreen="true" width="480" height="360"></embed></object><br />
<br />
Faithless - Why Go?<br />
<object height="360" width="480"><param name="movie" value="http://www.youtube.com/v/g13K3HS9pbs&hl=en_US&fs=1?rel=0"></param><param name="allowFullScreen" value="true"></param><param name="allowscriptaccess" value="always"></param><embed src="http://www.youtube.com/v/g13K3HS9pbs&hl=en_US&fs=1?rel=0" type="application/x-shockwave-flash" allowscriptaccess="always" allowfullscreen="true" width="480" height="360"></embed></object><br />
<br />
Fatboy Slim - The Joker<br />
<object height="360" width="480"><param name="movie" value="http://www.youtube.com/v/jdqvvRs9zUw&hl=en_US&fs=1?rel=0"></param><param name="allowFullScreen" value="true"></param><param name="allowscriptaccess" value="always"></param><embed src="http://www.youtube.com/v/jdqvvRs9zUw&hl=en_US&fs=1?rel=0" type="application/x-shockwave-flash" allowscriptaccess="always" allowfullscreen="true" width="480" height="360"></embed></object>Saffahhttp://www.blogger.com/profile/02913158305236912020noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-6234793772247140082.post-32112306219655128352010-07-11T22:30:00.000+03:002010-07-11T22:30:18.380+03:00Bir Metalcinin Yolculuğu - 2Sonisphere'den sonra zaman hızlıca akıp geçmiş, sıra Unirock'a gelmişti. Belki biraz bedava bilet bulmanın şımarıklığından ve birazda Cuma akşamı için daha iyi planlarım olduğundan cuma akşamını pas geçtim. <br />
<br />
Aslında bir Behemoth, bir Belphegor görmeyi cidden isterdim. Şahsen Cannibal Corpse'a bir sempatim olmasa da Cannibal Corpse seyreden insanlara duyduğum sempatiden orada olmayı isteyebilirdim. Ama ne olursa olsun saat beş - altı sularında sahne alan bir Belphegor'u izlemek benim için pek mümkün değildi (çalışıyoruz arkadaşım!!!). <br />
<br />
Cumartesi günü ise olayların dinamiği hiç de tahmin ettiğim gibi gelişmedi. Herşeyden önce cumartesi gününe mide bulantısı ve ishal ile başladım (bir çeşit rutin diyebilirim buna, uzun hikaye). Bu yüzden saat dörde kadar yataktan çıkamadım. Ben yataktan çıkıp konser alanına gelmeye hazırlanırken bizim çocuklar çoktan Necrophagist'i izlemiş ve konser alanını terk etmişlerdi. Şahsen bizim öküz metalciler ile Amorphis izlemek benim adıma bir işkence olacağı için gitmelerine memnundum ama yine de telefonda biz konserden çıkıyoruz dediklerinde kendilerine küfür etmekten kendimi alamadım. <br />
<br />
Sonrada yavaş yavaş evden çıkıp taksi durağına doğru yürümeye başladım. Mide bulantısının yakama yapıştığı zamanlarda bir süre sonra midemin açlıktan mı yoksa sadece bulanıyor olduğu için mi bulandığını anlayamaz hale gelirim. Konser sırasında bu duruma maruz kalmamak için evden çıkarken bir iki parça birşeyler yemiştim. Tam evin yakınındaki taksi durağına on metre kala bu biraz önce yediğim arkadaşlar dışarı çıkmaya karar verdiler. Ne oluyor lan dememle birlikte oracığa kusuverdim çok affedersiniz ve bu sayede bu yaşıma kadar yapmadığım güpe gündüz sokak ortasına kusma eylemini yapmış bulundum. Fakat henüz toplum buna hazır değildi. Zira tüm mahalle ve taksi durağı ayıplayan gözler ile beni izliyorlardı. Bir an durup mahalleye verdiğim zarar için özür dilemek, sarhoş ve pis bir metalci değilim sadece hastayım demek istedim. Lakin diyemedim. Bir iki arabanın yanına daha kusup eve döndüm. Özellikle bir arabanın yanına kusarken sabırla kusmamın bitmesini bekleyen ve sonrada arabasına binip olay yerinden uzaklaşan beyefendiye teşekkürlerimi iletmek istiyorum (ben kusarken sözlü ikazda bulunmadığı için). <br />
<br />
Eve gelir gelmez önce elimi yüzümü sonra da ayakkabılarımı yıkadım, zira kusma deneyimim kontrolsüz ve çoşkuluydu. Sonra Amorphis aşkı ile evden çıktım, tam ters yolu takip ettim ve yoldan geçen bir taksiye atladım (durağa gidecek yüzüm yoktu malesef). <br />
<br />
Konser alanına geldiğim zaman son bir kez durum kontrolü yaptım. Metalci arkadaşların yanında kusmam çok abes olmazdı, muhtemelen onlar da içtiğim için kustuğumu düşünürlerdi ama ayıplamazlardı. Fakat üstlerine kusarsam işin rengi değişebilirdi, o sebepten içeri girmeden önce durdum düşündüm. Sonra da tamam dedim ve içeri girdim. <br />
<br />
Ben içeri girdiğim sırada Dark Funeral sahnedeydi ve ben front house'un orada aklımda milyonlarca soru işaretiyle sahneye bakıyordum. Black Metalciler arasında bir black metalci olarak büyüdüğüm için grubun sahnesini ve performansını merak ediyordum. Fakat bir yandan Ezgi'nin ne zaman konser alanına geleceği, ilerleyen saatlerde tekrar kusma ihtimalimin ne olduğu ve grubun güpe gündüz makyajlı hali ile ne kadar komik olduğunu düşünüyor olmak konsere adapte olmamı zorluyordu. Neyse ki tam o sıra Electrocute gitar vokali, Vengeful Ghoul vokalisti, gönül ve sevda admı Kasap Emre ve Vengeful Ghoul gitaristi, iyilik perisi Senem karşıma çıktılar. Sayelerinde hem Ezgi tek başıma beklemekten kurtuldum hem de mide bulantımı unuttum. Güle oynaya izledik Dark Funeral'ı. <br />
<br />
Dark Funeral'a gelirsek. Herşeyden önce bir black metal grubum olsa ve müzikal içeriğim ve yaşayış şeklim corpse paint kaldıracak gibi olsa (burada kastım leş gibi bir insan olmak, mezarlıklarda uyumak, bakire kız kanı içerek yaşamak falan) bende sahnede makyaj yapabilirdim ama bunu ya kapalı mekan konserlerinde ya da gece sahne aldığım konserlerde yapardım. Çünkü ne kadar imajını müziğine yedirebilmiş ve bununla komik durmayan bir grup dahi olsan Küçük Çiftlik Park'ta gündüz vakti sahne aldığında komik görünmemen çok zor. Elbette ki mühim olan müziktir. Ama en az müzikleri kadar imajlarıyla da önce çıkan grupların ilk olarak imajlarıyla eleştirilmesi bence çok doğal. <br />
<br />
Satanist topluluğun performansları ise ses sisteminin kötülüğe rağmen bence gayet tatmin ediciydi. Özellikle davul performansı analar ne davulcular doğuruyor dedirtecek cinstendi. Ses sisteminin kötülüğü ise zaten bir Unirock festivali için olmazsa olmaz birşeydir. Hiç şaşırmadım diyebilirim. <br />
<br />
Şurada konuya açıklık getirsek iyi olur. Dark Funeral sahneden indikten sonra benim için şakalar espriler ile geçen bir Amorphis'i bekleme süreci başladı ve sahne alan Evergrey ve Gravedigger'ı uzaktan yarım yamalak dinledim hatta dinlemedim. Evergrey sahnedeyken bir ara gerçekten dinlemeyi denedim ama olmayınca olmuyor. <br />
<br />
Sonra zaman geçti ve sıra Amorphis'e geldi. Amorphis 1998 yılından beri hayatımda olup, 2004 yılından beri eskisine nazaran daha çok sevdiğim bir topluluk. Bildiğim kadarı ile en son 2003 (ya da bilemedin 2001) yılında bu topraklarda ağırladığımız grubu uzun zamandır bekliyordum. Sahne almalarına az bir vakit kala gayet heyecanlanmıştım. Ayrıca bizim öküz metalciler yerine konseri Ozi, Fatoş ve Ezgi ile seyredecek olduğum için çok mutluydum. <br />
<br />
Topluluk konsere son albümün klip çekilen ve bence en iyi şarkısı olan Silver Bride ile başladı. Ve ses sistemi yüzünden keyfim bir kere daha kaçtı. Ama buna rağmen şarkıya odaklanmaya çalıştım. Vokal klavye ve davul eşliğinde bir Silver Bride dinledikten sonra ses biraz toparlandı ama konser boyunca hem ben, hem diğer izleyiciler hem de sayın Esa ve sayın Tomi (gitarist olan Tomi) gitarın sesi konusunda sıkıntılar yaşadık. Tahmin ettiğimiz gibi son üç albüm ağırlıklı çaldılar. Çok sevdiğim Silent Waters, Towards And Against, Sampo, From The Heaven Of My Hearth çaldıkları şarkıların bir kısmıydı. Özellikle Smoke çaldığı sırada çok mutlu olduğumu söyleyebilirim. Ayrıca en çok sevdiğim Tales From The Thousand Lakes şarkısı olan The Castaway çaldıkları için gruba teşekkürlerimi iletiyorum. Doğru düzgün Elegy dinlemişliğim olmadığı için Elegy'den şarkılar çaldıkları sırada seyircinin yaşadığı çoşkuya uzaktan eşlik ettim. Her halde konserden en çok keyif aldığım an ise House of Sleep'i çaldıkları zamandı. İşin üzücü kısmı şu ki hiç kimse şarkıya eşlik etmedi (ben ettim!!!). Sayin Tomi (vokalist olan) beyhude uzattı enteresan mikrofonunu seyirciye doğru. <br />
<br />
Konserde en şaşırdığım an ise Alone'u çaldıkları andı. Tomi'nin sesinden Alone dinlemek güzeldi (ama yine de içimden bu şarkıyı bir kere de Pasi'den dinlemek lazım dedim). Hatta bir an Tuonela'dan bir şeylerde çalıp beni ergenliğime geri götürürler mi diye merak ettim. Bir adet The Way fena olmazdı ama çalmadılar, yapacak bir şey yok : P. Konseri Black Winter Day ile bitiren topluluk sahneden boynu bükük ayrıldı diyebilirim. Sayın Tomi'nin sahne yanına gidip vakti sorduğu anlarda inanın benim de gözlerim doldu. Sonra da bastılar gittiler. Bis falan olmadı ki bence bis denilen olayın artık hiç bir samimiyeti yok. Ki seyircide oldukça kötüydü. Yani belki de gruptu seyirciyi gaza getirmesi gereken ve grubunda bunun için aşırı bir caba harcadığını düşünmüyorum ama grup ne yaparsa yapsın dinlediği topluluğun şarkılarını tanımayan bir seyirci kitlesini gaza getirmek zor olsa gerek (eğer ki Korpiklaani değilseniz : ) ). Ki sanırım geçtiğimiz on yıl boyunca hiç bir metal dinleyicisi doğru düzgün albüm almamış, doğru düzgün şarkı dinlememiş. Metallica konserinde bile çevremdeki insanlar Death Magnetic'ten şarkılara yabancılık çekiyorlardı. Kınıyorum Türk dinleyicileri. <br />
<br />
Pazar gününe gelince. Öhüm. Pazar günüde konsere katılmadım. Zira ilgimi çeken hiç bir grup yoktu ve yine daha iyi bir Pazar günü planım var gibiydi (sonradan fark ettim çok yanılıyormuşum). Duyduğuma göre Korpiklaani ve Nevermore dinleyenleri mest etmiş. Göremedik nasip değilmiş diyoruz ve bir sonraki konserde görüşmek üzere diyerek bir yazıya daha son noktayı koyuyoruz. <br />
<br />
NOT: Bugün Zeytinli Rock Festivali'ne Paradise Lost'tunda geldiğini öğrendim. O halde oradayız efendim. <br />
<br />
<object height="385" width="480"><param name="movie" value="http://www.youtube.com/v/iJ1VVh13WDY&hl=en_US&fs=1?color1=0x3a3a3a&color2=0x999999"></param><param name="allowFullScreen" value="true"></param><param name="allowscriptaccess" value="always"></param><embed src="http://www.youtube.com/v/iJ1VVh13WDY&hl=en_US&fs=1?color1=0x3a3a3a&color2=0x999999" type="application/x-shockwave-flash" allowscriptaccess="always" allowfullscreen="true" width="480" height="385"></embed></object>Saffahhttp://www.blogger.com/profile/02913158305236912020noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-6234793772247140082.post-92101530765378761752010-07-07T01:38:00.001+03:002011-01-19T11:13:14.976+02:00Bir Metalcinin Yolculuğu - 1Küçük yaştan beri metal dinleyen ve bir çok talihli akranımız gibi belli bir yaştan sonra metal müziği aşamayan birisi olarak (bu aralar last.fm üzerinden jazz radyosu dinliyorum, belki de çok yakında aşarım) geçtiğimiz iki haftayı büyük bir heyecan ile geçirdim diyebilirmiyim? Sanırım diyemem. <br />
<br />
Neredeyse 2010'un ilk aylarından beri Unirock ve Sonisphere festivallerinin heyecanını hissediyor olmama karşın, sabırla beklediğim bu iki festivalin ikisi de festivalden ziyade sadece birer konser gibi geçirdim. Bilmiyorum belki gereğinden fazla içtik (gerektiğinde çok içerim), belki konserleri izlediğimiz yerler yanlıştı ya da sadece içimizdeki konser canavarına bir şeyler oldu. <br />
<br />
Sonisphere ile başlayalım (Unirock ile devam edeceğim bir ara). Cuma akşamı başlayan festivale, festivalden önceki son haftaya kadar sadece Pazar günü Metallica izlemeye gidecek şekilde ayarlamıştım kendimi. Son anda sevgili Şahin sayesinde Rammstein izleme fırsatı buldum. Sadece Rammstein diyorum, zira aynı gün çıkan diğer grupların neredeyse hiç birinden haberim olmamak ile birlikte, haberim olsaydı bile Cuma günleri bir çok insan gibi çalışıyor olduğum için sadece Rammstein'i izleme şansım vardı, nitekim kullandım o şansımı. <br />
<br />
Bazen insanlar konser izlenmez dinlenir der. Her ne kadar böyle bir cümle duymak içindeki o itici ukalalık yüzünden insanı rahatsız etse de doğruluk payı var o sözün. Fakat konu Rammstein olunca kesinlikle izlemek doğru kelime. Geçtiğimiz onca yıl içerisinde içimdeki o vahşi metalci törpülendikçe, gittiğim konserlerde grup çalarkan manyak gibi kafa sallamak yerine (salladığım zaman manyak gibi sallarım) grubu çalarken seyretmeyi tercih eder oldum. Bu yüzden Rammstein'i dinlerken muhtemelen her koşulda sahneyi izleyecektim, her şarkıda ayrı bir şov yapsalarda yapmasalarda. Fakat sahneye gayet uzak bir yerde bulunduğumuz için(sahnedeki adamları neredeyse göremiyorduk, zaten Metallica çıktığında da evden televizyon seyreder gibi dev ekranları izledik) ve aslında adamların şovları olmadığı zaman izlemeye değer bir performansları da olmadığı için (bence diyorum arkadaşlar aman diyim), konserin sonuna kadar orada bulunmamın tek sebebi bir sonraki şarkıda olacakları da izleme isteğiydi. <br />
<br />
Bu çok uzun cümleden ve herkesin her yerde söylediklerinden anlaşılacağı üzere Rammstein'ın sahne şovu kesinlikle görülmeye değer ve muazzamdı. Olayı müzikten bağımsız, bir sirk, bir özel efekt gösterisi olarak değerlendirebilirsiniz. Problem değil, bu şovun genelin tüm öğeleri ile birlikte muazzam olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Bir sürü akılda kalıcı şey yaptı adamlar. Her şarkıda ayrı bir numara vardı. Pussy çalarken sahne önündeki tüm seyircilerin atmığa bulanması (hehe) ve birden tüm konser alanını garip bir coşkuya kapılması (ehi) her halde şovun en sansasyonel anıydı. Kendi adıma en etkileyici bulduğum gösteri ise davulun kik darbeleri ile senkronize olarak havada patlayan fişeklerdi. Kik sesine karışan patlama sesleri hala kulağımda. Fakat konserde en çok mutlu olduğum an yeşil ışıklar ve sahnenin üzerinde gezen dolunay eşliğinde dinlediğim/izlediğim/eşlik ettiğim sonne'yi çaldıkları andı (bu arada du hast sırasında Türk seyirciler olarak metronomu kaçırdığımız için hala çok mahcup hissediyorum kendimi, kusura bakma Rammstein). <br />
<br />
Cumartesi günü ise… eee… şey cumartesi günü konsere gitmedik. Zira cumartesi günü izlemeyi istediğimiz, merak ettiğimiz, sevdiğimiz hiç bir grup yoktu sahnede. Ama sağda solda dolaşan Manovar videosunu bende seyrettim ve eğer bende orada olsaydım kim için geldiniz diye sorduğunda bende Manovar derdim (hatta adamın Türkçe konuşmasından sonra ne zaman "kim için geldiniz" diye sorulsa Manovar diye bağırır hale gelirdim). Peki cumartesi günü konsere gelmeyip ne yaptım? Şahin'e yarım saatte hallederiz dediğim işi bitirmek için (Şahin ve Özgür'ü de rehin alarak) on saat kod yazdım (pek de beceremedim, ama Özgür sağolsun hallettik bir şekilde).<br />
<br />
Pazar günü ise Metallica aşkı ile kalktık yataktan diyeceğim ama aslına bakarsanız Cumartesi günü gene baya içtiğimiz için (sanki konserdeymişcesine) bitkinlik ve sıkkınlık ile kalktık yataktan. Pazar günün önemi büyüktü big four izleyecektik, ama diğer yandan pazar günü tedirgindi. Çünkü diğer iki gün için hepimizin (üç kişiydik) bileti vardı fakat Pazar günü için hepimiz farklı yerlerdeydik (Ben tribün, Özgür saha içi, Şahin saha dışı). Herşeyden önce bu problemi çözmemiz gerekiyordu. Benim biletim saha içine nazaran pahallı bir bilet olduğundan ötürü saha içine girmemin bir problem olmayacağını düşünüyordum (oldu nitekim). Fakat Şahin'in durumu oldukça kritikti. Kendisine VIP'de konser sözü veren arkadaşı tarafından da altıncı yola salınmıştı. Saat hızla ilerliyordu ve radikal kararlar almak üzereydik (konseri Şahinsiz izlemek gibi). Tam o sırada aklımıza Oktay'ı aramak geldi. Kendisi görevli olmadığı halde görevli bilekliği ile inönüde her deliğe girip çıkan bir arkadaştı. Bize yardım etse etse o ederdi. Etti de gerçekten. Yanında getirdiği diğer bileklik ile Şahini içeri soktu fakat bu seferde bir diğer sorun baş gösterdi. Beni saha içine sokmuyorlardı. Kapı önünde Özgür ile birlikte olaya bir çözüm bulma çabası ile yetkililerle konuşuyorduk. Tam o sırada siyah bileklikleri ile Şahin ve Oktay kapıdan geçtiler, Oktay'a lan beni de alın derken, Özgür'de hadi Emrah görüşürüz diyerekten içeri girdi ve ben ne olduğu anlamadan tek başıma kapalı Tribüne yürürken buldum kendimi. Ulan bumu kardeşlik, bumu arkadaşlık diyerek ve her türlü abi öğrenciyiz, çözelim şu durumu diyalogları ile duruma çare arayarak ve bulamayarak kapalıda yerimi aldım. Önce sakin ve soğuk kanlı bir şekilde Megadeth'i dinlemeye çalıştım (Antrax'ı kaçırmıştık malesef, ehi). Lakin hem ses sistemi çok kötüydü hem de Megadeth'i pek sevmezdim (hala sevmem). Pes etmemem gerektiğini düşündüm ve saha içindi arkadaşla "Gelin Alın Lan Beni" başlıklı mesajlar attım ve kapalıdan saha içine inilen yere geldim. Buradaki görevli arkadaşlara da bir takım "uzaktan arkadaşlar ile geldim, izin verin onlar ile izleyeyim, hem benim biletim daha pahallı" demeçleri verdim. Öğrenciyim bile dedim. Görevli arkadaşları buradan kutluyorum nuh dediler peygamber demediler. Fakat o sırada mesajlarıma kulak veren arkadaşlar ufukta göründüler ve siyah bileklikli Oktay beni içeri sokmak için kapıya geldi. Fakat görevli arkadaşlar Oktay'ın siyah bilekliğine bile gaz kesmediler. Son çırpınışlarımızı yaparken saha içi bileti getirin içeri sokalım dediler. Oktay hemen gitti Özgür'ün biletini kaptı ve mutlu sona ulaştık. Artık saha içindeydim ve kafamın güzel olmasının getirdiği bir rehavet ile hayat nelere kadir diyordum. Tam o sırada ne olduğunu anlamadan etraftan üzerimize Unirock kombine biletleri yağmaya başladı. Yanımızdan geçen her eleman Unirock bileti istermisiniz diye soruyordu. Her birinden ikişer üçer Unirock bileti topladık. <br />
<br />
Burada sanırım durmak ve bu olayı kınamak gerek. Kendi adıma Unirock'ı bedava seyrettiğim için mutluyum. Hatta bedava biletlerimin hepsini de birilerine vererek, insanların konseri seyretmelerine yardım edebildiğim için de mutluyum (ne kadar kolay mutlu oluyorum lan). Fakat ne olursa olsun biletlerin hoyratça dağıtılması, Unirock biletlerini aylar öncesinden alan insanları keriz yerine koymaktır. İnsanlar bunu ne düşünerek yaptılar bilemiyorum ama bundan sonra her hangi bir Unirock konseri için bilet satabileceklerini düşünüyorlarsa çok yanılıyorlar (muhtemelen aynı tayfa başka bir isim altında konserler düzenler önümüzdeki yıl ve gene aynı şeyler olur). <br />
<br />
Neyse efendim, Sonisphere geri dönersek artık saha içindeydim ve garip duygular içinde slayer'i bekliyordum. Adamların sahneye çıkmasına az bir vakit kala elimizden geldiğince sahne önüne doğru yol aldık (baya yürüdük) fakat yine de (Özgür'ün Slayer sahneden inerken söylediği gibi) bir Slayer konserini daha Slayer'ı göremeden izledik (herkesin mi boyu bir seksenden uzun arkadaşım). Sıra Metallica'ya geldiğinde ise heyecanımızı iyice kaybetmiştik ve grubu arkadan sakin sakin izlemek istiyorduk. <br />
<br />
Burada gönül rahatlığı ile Metallica üzdü bizi diyebilirim. Şunu hala söylerim Metallica yarın gelecek olsa gene biletimi alır o konsere giderim (hatta bu sefer daha iyi bir yerden bilet alırım). Fakat yine de adamların geçtiğimiz beş yıldır her konsere neredeyse aynı playlist ile çıkmalarına tepkiliyim. On yılda bir geldikleri zaman bu insana çok batmıyor ama her Fade To Black sırasında James!in seyircilere aynı Do You Feel What I Feel sorusunu sorması insanda karışık hisler yaratıyor (Evet James bende senin şu anda yaptığının pek samimi olmadığını hissediyorum). Metallica'ının son zamanlarda verdiği tüm konserlerde Fade To Black sırasında aynı haltın olduğunu bilmek insanı ister istemez kıllandırıyor. Tamam olay bir şov eninde sonunda, ama orada James "We are family" dediği zaman insan biraz daha samimiyet hissetmek istiyor (keşke sende bizi, bizim seni sevdiğimiz kadar sevsen Metallica, ehi). <br />
<br />
Yine de seyrettik Metallica'yı, belki biraz ödev gibi oldu son şarkılarda, adamlar sahneden inmeden gitmek olmaz dedik (gene de bisten sonra ki ilk şarkı da çıktık konserden). Kendi adıma Fuel çaldıkları zaman çok sevindim diyebilirim. Sanırım bir kaç tane daha son zamanlarda pek çalmadıkları şarkılardan çalsalardı konser çok daha özel (samimi?) bir konser olurdu (Fixxxer çalsaydılar hayatımın konseri olurdu). Lakin çalmadılar ve bizlerde başımız öne eğik evin yolunu tuttuk. Heyecanla beklediğimiz konserden, boynumuz bükük ayrıldık (yakıştımı bu sana Metallica?!).Saffahhttp://www.blogger.com/profile/02913158305236912020noreply@blogger.com0