The Mortal Kombat

Sene 1993, daha ilk okuldayım ama o günlerde de acılar kederler yakamı bırakmıyor. Bir yandan anadolu lisesi baskısı diğer yandan anneden babadan gizli ateri salonlarına gitme sevdası.

O günlerde henüz kendime münhasır bir bilgisayarım veyahut bir oyun konsolum yok. Çevrede zaten topu topu birkaç çocukta sega mega drive var, nintendosu olana zaten pek gaz kesmiyorduk (Hele atari'nin hiç değeri yoktu). Amiga ile uğraşan tipler ise genelde bize göre yaşça büyük lavuklardı ve ancak annelerimiz ile onlara misafirliğe gittiğimizde yalvar yakar oturabiliyorduk amiganın başına.

Anlayacağınız koşullar zorluydu. Oyun oynamak için olanak yaratmak gerekiyordu. İşin kötüsü en yakın ateri salonu eve gayet uzaktı. Üstelik ateri salonu ne kadar gereksiz, it kopuk varsa hepsinin bulunduğu bir yerdi (aslında anne ve baba haklıydılar izin vermemekte). Ama aşk böyle birşeydi. Zira Mortal Kombat bir kere dünyamı sallamıştı.

Mortal Kombat bizim taşrada ilk önce lunapark'taki ateri salonuna gelmişti. Bu arada lunapark dediğim yer neredeyse terk edilmiş rezalet bir yerdi. Okula gitmeyen ne kadar çocuk varsa hepsi oradaydı ve i.neler daha o yaşta sigara içiyorlardı. Feci korkunç tiplerdi. Lakin onlara rağmen bir tarafımız üç buçuk ata ata gidiyorduk mekana. İlk önceleri sadece dinazor & cadillac oynamak için gidiyorduk. Zira şahsen Street Fighter pek sevmezdim. Fakat bir gün o manyak makine geldi…

Mortal Kombat konusundaki ilk şaşkınlığımız oyunun grafiklerinin gerçek olmasıydı. O günlerde bu durumu "film gibi oyun", "oyundaki tipler çizgi film gibi değil gerçek film gibi" şeklinde betimliyorduk. Ben dandik pc dergilerinden öğrendiğim kadarı ile sayısal grafikli oyun diyordum hatta (ne demek lan sayısal grafik diye soran bir allahın kulu yoktu). Onun dışında yurdum televizyonlarında ninja furyasının yaşandığı zamanlardı. Bruce Lee, Van Dame, Lorenzo Lamas, Michael Dudikof, Mark Dacascos her gün televizyonda gördüğümüz, örnek aldığımız abilerdi. Mortal Kombat'taki karakterler ise bu tiplerin prototipleri gibiydi. Liu Kang'in Bruce Lee'ye tekabül ettiğinden hepimiz emindik, o konuda bir şüphe yoktu. Ama asıl sıkıntı Johnny Cage'in kim olduğu idi. Bir çoğumuz Van Dame olduğunu düşünüyorduk lakin onun Mark Dacascos olduğunu iddia edenlerde vardı (ilk oyundaki hali cidden çok benziyordu). Ama tüm bunların dışında Mortal Kombat'ı bizim için dünyanın en havalı oyunu yapan şey elbetteki fatality'lerdi. İlk fatality gördüğüm anı hala hatırlarım. Birden ekran karardı, sub-zero sallanan Liu Kang'n kafasını aparkat gibi bir hareketle kopardı, kopan kafadan aşağı omurga sarkıyordu. O ne biçim bir sahneydi, o ne havalı bir oyun sonuydu. Ne yazık ki içimizde fatality yapmayı bilen çok az adam vardı. Genelde oyunu kaybettiğin zaman o da şanslıysan görebiliyordun fatality'i (her zaman yapmıyordu yapay zeka fatality'leri). Bir kere fatality gördükten sonra da haftalarca onu konuşuyorduk. Sonuçta ateri salonunda olmadığımız hemen hemen her an arkadaşlar ile sahip olduğumuz bir tek gündem vardı. Mortal Kombat.

Sonra aradan bir süre daha geçti ve dünyamızı ikinci kez değiştiren bir mevzu oldu. Eskişehir'e büyük, İstanbul standartlarında bir ateri salonu açıldı. Tinerci tiplerden ziyade ailen ile gidebileceğin, peder bey bowling oynarken senin ateri oynayabileceğin ve kimsenin sana hadi oğlum yeter demediği bir yer (benim kafamda böyleydi, lakin gerçek bu değildi). Ama o ateri salonunu özel kılan bambaşka bir şey vardı.

Mortal Kombat 2.

O zamanlar yaşımızda küçük olduğu için herşeyden daha çok etkileniyorduk ama Mortal Kombat 2 hala MK ailesinin en iyi oyunlarından bir tanesidir. Bir kere Scorpion ve Sub-Zero'nun maskelerinin hafif gaz maskesi vari bir şeye dönüşmesi benim için inanılmaz büyüleyiciydi. Zira adamların maskelerini hep o şekilde hayal etmiştim. Sonra renk paleti değişmişti, hareketler çok daha havalı olmuştu. Kintaro'nun sırtındaki Leopar deseni inanılmaz havalıydı. Shang Tsung'u oynayabiliyor olmak çok gazdı. En sonunda Liu Kang'ın düzgün bir fatality'si olmuştu. Oyundaki kız sayısı artmıştı. Herşey muhteşemdi (gözlerim doldu lan).

Oyun o kadar güzeldiki mekanda bulunan bir tek MK 2 makinesinin önünde bir kuyruk bir de kalabalık grubu olurdu. Oyunu onamak isteyenler kuyruğa girer, oyunu izleyecek olanlar kalabalığı oluştururdu. Güzel günlerdi.

Daha sonra (yaklaşık bir yıl sonra) Mortal Kombat 3 çıkmıştı ama o zamanlar bilgisayar oyunları ile daha içli dışlı olduğum bir dönemdi, oyun bende bir MK2 etkisi yaratamamıştı (ha onuda deliler gibi oynamıştım o ayrı). En son oynadığım Mortal Kombat oyunu olan MK4'ü ise ilk oynadığımda değerini anlamamıştım. İşin ilginç yanı geçtiğimiz dört yıl boyunca tayfa ile en çok oynadığımız oyunlardan birisi olmuştur kendileri. Hala hızlı oynanışı ile en çok sevdiğim dövüş oyunudur ve gerekirse hepinizi döverim.

MK4 pc için çıkan son Mortal Kombat oyunuydu. Devamında çıkan oyunların hiç birisini doğru düzgün oynamadım, oynadığım kadarı ile de hiç birini pek sevmedim. Fakat yarın yeni bir Mortal Kombat çıkıyor, üstelik bizi eski günlere götürme iddiası ile çıkıyor. The Mortal Kombat ismi ile piyasaya çıkacak olan serinin son oyununu doğru ya doğru büyük bir heyecan ile bekliyorum. O oyun yüzünden ps3 alacağım hissine kapılmaktan kendimi alıkoyamıyorum (yapacağım sanırım). Oyun içi videolar ve trailerlardan gördüğümüz kadarı ile grafikler çok havalı gözüküyor, kombo yaparken kırılan kemikleri gördüğünüz x-ray modunun oyuna nasıl bir hava katacağını merakla bekliyoruz. Ayrıca +18 fatality'ler geri dönmüş, sevinçliyiz, gururluyuz. Eğer birde oynanış MK4 gibi seri olursa The Mortal Kombat beni çocukluğuma geri götürebilir. Birde eve bir adet arcade MK2 alsam, tam mutfağın yanına koysam, gelen misafirlere jeton satsam, almak istemeyenleri boksör kimliğimle tanıştırsam. Sonuçta boksör (ehi) olup MK hayranı olan birisi ile her zaman uzlaşmak gerekir. Her zaman.