Legend - Runaway Train


"Bir şarkı dinlerken tüylerimin diken diken olması kadar güzel çok az şey var hayatta" 

Bu sayfaları ziyaret eden arkadaşlar ne pis bir metalci olduğumu zaten biliyordur, fakat gene bu arkadaşlar diğer müzik türlerine de boş olmadığımın farkındadır (biliyorsunuz değil mi?). Hatta genel olarak müzik zevkimi "ver bana minörü, o alır götürür derdi kederi" şeklinde ifade edebileceğimi bile bilirler (arkadaşlar?).

Dönem dönem fetişleştirdiğim şarkılarım olduğundan sanıyorum bahsetmiştim bundan yaklaşık 27 ay önce. Şimdi sizler ile yeni "günde on kez dinlemezsem huzur bulamıyorum" şarkımı paylaşacağım (heyecan! heyecan? aşkolsun :P).

İşe karşınızda Legend ve işte muhteşem şarkıları Runaway Train!!!


Legend izlandalı bir pop-rock grubu (sanırım). Kendileri ile bir Solstafir kavırı ile tanıştım (gene aynı şarkıyı kavırlamışlar, linki buralarda) ve hem kavırına hemde şarkının orjinal haline aşık oldum. 

Ağır ağır başlayan, sizi soğuk kanlılık ile kendi dünyasına çeken, vokallerin başlamasıyla duygusal yükünü soğuk kanlılığını kaybetmeden üzerinize döken bir şarkı Runaway Train. Kendini tekrar eden yapısına rağmen, her tekrarda ya vokallerde ya da diğer enstrümanlarda vuku bulan küçük değişiklikler ile şarkı duygusal dinamiklerinin tek düze olmasının önüne geçmekle kalmıyor, sizin baya baya başka bir atmosferde nefes almanızı sağlıyor. 

Vokallerin başladığı andan itibaren şarkıda bir çok bam teli buldum. Ciddi ciddi yolda yürürken durmamı sağlayacak kadar etkilendiğim, duygulandığım yerleri var şarkının. Mesela 5:35'de başlayan vokal melodisi her dinlediğimde tüylerimi diken diken ediyor. Aynı pasajın sonundaki vokalist abimizin "its time for me to say goodbye" dediği yer, benim için şarkının tepe noktas ve tüylerim için bir dakika saygı duruşu çağrısıdır. 

Müzik, albüm, şarkı... Bunlar sadece dinlenilen şeyler değildir, bu sanat en ilkel içgüdülerimizi dahi tetikleyen bir uyarıcıdır ve bu yüzden müzik sadece dinleyerek deneyimlenemez, hissetmemiz de gerekiyor. Kastım müziği hissetmek gibi ne anlama geldiği belli olmayan saçma salak bir mesaj vermek değil, müziğin sende canlandırdığı duyguları büyüteç altına almaktan bahsediyorum. Hiç aşık olmadan yürek yarasını hissetmek, hiç cinnet geçirmeden öfkeye yeni anlamlar yüklemek, ya da hiç bir zaman başka bir diyarda yaşamayı hayal etmezken birden bire herşeyi terk etmeyi istemek ve bu hissi tekrar tekrar yakalayabilmek için aynı şarkı günde on kez dinlemek.

Legend'ı bu muhteşem şarkısı için tebrik ediyor, allah onları başımızdan eksik etmesin diyor ve bir sonraki yazımda görüşmek üzere diyip müsadenizi istiyorum. 

Shadow Warrior

Ben hep bir "gamer" idim. İlk gördüğüm atari oyunundan, dün gece oynadığım dota 2 maçına kadar. Ana platformum pc'dir. Her türlü oyunu oynadım simülasyonlar hariç. Eskiden olsa real time strateji oyunları en çok sevdiğim tür derdim. Şimdi oyun sektörünün AAA dediği oyunları takip ediyorum. Geçtiğimiz 5 yıl içinde en çok aklımda kalan oyunlar derseniz de herhalde mass effect ile başlar, fallout 3, bioshock, starcraft 2 vs diye saymaya devam ederim. 

Çok süpriz bir liste sayılmaz dimi? Özellikle bir gün mass effect ve fallout hakkında birşeyler yazmak istiyorum fakat hakkında söylenebilecek çok farklı birşeyi kalmayan oyunlar bunlar. Güzeller, çok güzeller, bazı eksik yanları var ama süper vakit geçirmeme sebep oldular. Allah o oyunları yapanlardan razı olsun. 

Blog'a geri dönerken ki en büyük motivasyonum ne ile besleniyorsam onu yazmak idi. Bu doğrultuda mortal kombat haricinde hiç değinmediğim bu dünyaya biraz daha yer vermek gerekiyordu. Bakınız nasılda gereğini yapıyorum.

Fakat diğer taraftan hakkında iki çift laf edeceğim oyunu seçmekte çok zorlanıyordum. Bir starcraft 2, bioshock infinite hakkında yazmak zor iş be başkan. Herşeyden önce oyun hit değil hitin allahı. Herkes yazmış çizmiş. Süpriz yok içinde (beklentileri karşılama anlamında). Zaten günün birinde mass effect hakkında yazarsam nelerini çok sevdiğimi değil, içinde neler olsaydı daha mutlu olurdummu yazmak isterim. 

O sebepten bugün sizler ile paylaşmak istediğim oyunu biraz daha vitrinin arkasından seçmek istedim. 



Shadow Warrior, 1997 yılında Duke Nukem 3D motoru ile yapılan orjinal first person shooter’ın modern grafikler ile yeniden yapılmış hali. Ve açıkcası bu yıl (2013) oynadığım en keyifli oyunlardan biri. 

Herşeyden önce artık fps oyunlarının Call of Duty serisi yüzünden, oynanış karakteristiğini yitirdiği bir dönemdeyiz. Ya FRP vari bir oyun oynuyoruz ya da anlamsızca bir siperin ardından hareket eden şeyleri avlıyoruz ve genelde o esnada oyunu yapan ekip neyi yaşamamızı istiyorsa onu deneyimliyoruz. Eyvallah, bu işi Modern Warfare serisi kalitesinde yaptığınız zaman canımıza minnet. Hala ilk MW oyunundaki atom bombası sahnesini aşkla, sevgi ile anarım. Fakat önceden kurgulanan bir iki sinematik sahne için ne olduğunu anlamadığımız aksiyona boğulma çok da çekici gelmiyor artık bana (CoD Ghost ne çirkin oyundun sen). 

Shadow Warrior’un da kendince sinematik sahneleri var, onun da sizi yönlendirdiği çizgisel bir senaryosu ve oynanışı var, fakat bunu klasik (eski usül) FPS mantığında yapıyor ve sizi o eski FPS aksiyonuna elinizde kullanması acayip zevkli bir katana ile dahil ediyor. Kesiyorsunuz milleti adeta kavun keser gibi çok afedersiniz ve bu o kadar güzel hissettiriyor ki :) 

Diğer taraftan haritalar bir sürü süpriz ile dolu, bir tünelden geçerken birden bire 1997 grafikleri ile karşılaşıyorsunuz ki yaşattığı nostalji hissi cidden çok hoş. Diğer taraftan süper boss dövüşlerimiz var. Aksiyona doyuyoruz adeta. Fakat tüm bu çılgın aksiyon içinde, hiç ama hiç beklemediğimiz türde bir hikaye anlatımı var. Hem de öyle böyle değil. 

Herşeyden önce oyunda canlandırdığımız tip olan Wang, komik ve badass bir tip. Dolayısı ile onun ile ilişkili olan herşey çok komik ve cool. Fakat immortalların tarafında, yavaş yavaş kendini belli eden, farklı karakterlerin bakış açısından dinlediğimiz dokunaklı bir trajedi/destan var. Çok ciddiyim hikayenin immortal tarafında bağlandığı nokta, Hoji’ye dair açığa çıkan gizem o kadar güzel ve dokunaklı ki. Ağlıyordum lan sonunda (yok lan ağlamadım... ehi). Diğer taraftan Wang ile Hoji arasındaki ilişki de çok hoş işlenmiş. Hoji Wang’a ben seni kullandım olum bak git işine dediğinde, kullandın ya da kullanmadın, beraber buraya kadar geldik, seni bırakıp gitmiyorum deyişi hakikaten taktire şayan, ezber bozan bir andı.


Doğruya doğru, ben bir çok oyunu hikayesi için oynarım ve inanılmaz kötü bir oynanışı olmadığı sürece, o esnada aldığım keyiften ziyade tüm oyunun hikayesi ile birlikte bana yaşattığı deneyime odaklanırım. O sebepten aptal bir shooter oynamak, kafa dağıtmak için başına oturduğum Shadow Warrior efsane senaryosu ve cesur hikaye anlatım biçimi ile gönlümde taht kurdu. 


Bu oyunu yapanlar başımızdan eksik olmasın.