Sayın Konya, Bize İş Dünyandan Bahset



Yeni yıl yazısı mı yazsam, geçen seyrettiğim filmden mi bahsetsem, yoksa ayrı yazmadığım deler ve dalar konusunda vicdanımın ne kadar rahat olduğundan mı bahsetsem derken kendimi klavyenin başında anlamsızca ekrana bakarken buldum.

Son günlerde epeydir yazı yazmadığım için kendimi gayet kötü hissediyor ve sürekli bir sonra ki yazımda nelerden bahsedeceğimi düşünüyorum. Mesela yukarıda bahsettiğim konular doğru girizgahı yapabilirsem gayet uzun paragraflar çıkarabileceğim konular. Komik. Normal koşullarda yazacak enteresan bir şey bulamadığım için yazamazken şu an bir sürü şey arasından doğru şeyi seçemediğim için yazamıyorum. Evet işim gücüm artistlik biliyorum.

O zaman şuradan başlayalım. İlk olarak iş değiştirdim. Yaklaşık on aydır çalıştığım ajanstan ayrıldım ve başka bir ajansa geçtim. Her şeyden önce şunu söylemeliyim, bence hiç bir zaman çok çalışmak problem değil, problem korku ile, stres ile çalışmak. Bir önceki iş yerimde garip bir şekilde her üç ayda bir pozisyonumu değiştiriyorlardı. Artık SEO ile uğraş ya da artık adwords reklamları yap diye geliyorlardı kafalarına göre. Ayrıca çok şahane bir maaşım olmamasına rağmen bana verdikleri parayı sürekli kafama kakıyorlardı. Şirketi yeterince sahiplenmemek ve yaptığım işi sevmemekle itam edilmek de cabası. Göremedikleri şey ise sürekli değiştirdikleri sorumluluklarım sayesinde, hali hazırda yapabildiğim, yürütebildiğim işleri de yürütemez hale gelmiştim. Yazın ortasına kadar en erken saat dokuzda ofisten çıkarken birden bire değişen sorumluluklarım sayesinde saat altı olur olmaz ofisten çıkar, saat altıya kadar da saatin altı olmasını bekler hale gelmiştim.

Tüm bunlar olup biterken patron herşeyi kontrol ettiğini, şirketi daha iyiye götürecek kararları aldığını düşünüyordu. Belki haklıdır bilemem, ama bence iş yapan bir adamı, iş yapamaz hale getirmek şirketi iyiye götürebilecek bir şey olmasa gerek. Tüm bunların dışında ofiste sürekli yerildiğimiz bir ortam vardı. Şunu hiç unutmuyorum, bir gün geldiler ve sana bir challenge veriyoruz dediler (challenge???!!!). Bir müşteri adayını müşteri haline getirmekti görevim. Çok büyük bir müşteri adayı değildi kendisi, hatta uzun vadede bize pek bir şeyde kazandırmayacaktı ama challenge challenge'dır dedim ve işin peşinden koştum. Allah'ın siktir ettiği yerlere toplantılara gittim. Müşteriye saatlerce SEO ve SEA anlattım (çok iyi SEO ve SEA anlatırım, isterseniz size de anlatayım :P ) ve en sonunda adama işi satmayı başardım. Sonra da herkesin içinde patrondan "aklın fikrin yokmu senin" gibi bir lafa maruz kaldım. Eh malum böyle bir laf duyunca adam konuşurken oturduğum yerde sinirden ağız burun yapmaya başladım (çok iyi ağız burun yaparım, isterseniz size de yaparım :P ). Patron ağız burun yapma dediğinde aklım fikrim yok ondan böyleyim dedim ve rahatladım (anında geçti ağız burun hareketlerim).

Böyle bir ortam vardı ofiste. Patron olmadığı zaman mutlu mesut yaşıyor, patron gelince ben dahil herkesin morali bozuluyordu. Gitmek gerekiyordu. Kesinlikle gitmek gerekiyordu. Ve gittim.

Şu an bulunduğum iş yerinde çalışmaya başlayalı tam iki hafta oldu. Henüz her şey çok yeni ve alışmakta bir miktar zorluk çektiğimi kesinlikle reddedemem. Bir kere artık 80 kişilik kadrosu olan(bir sürü insan var!!!) ve öyle ya da böyle kurumsallaşmış bir şirkette çalışıyorum. Sabahları işe giderken boğazı izleyerek müzik dinliyorum (Ofis hisarda, ev fındıklıda), öğle aralarında sahile iniyorum falan. Kebap anlayacağınız.

Tabii içimizdeki o sinsi black metal kötümserliği yüzünden mevzunun tadını pek çıkaramıyorum. Her an bir bok olacak ve her şey bom bok bir hal alacak hissine kapılıyorum. Hayatımda işlerin rast gitmesine çok alışkın birisi değilim. Ama garip bir şekilde sanki şu an her şey gerçekten iyi gidiyor gibi.

Hatta sanırım mutluyum (hassiktir ne dedim!!!)