Bir Metalcinin Yolculuğu - 1

Küçük yaştan beri metal dinleyen ve bir çok talihli akranımız gibi belli bir yaştan sonra metal müziği aşamayan birisi olarak (bu aralar last.fm üzerinden jazz radyosu dinliyorum, belki de çok yakında aşarım) geçtiğimiz iki haftayı büyük bir heyecan ile geçirdim diyebilirmiyim? Sanırım diyemem.

Neredeyse 2010'un ilk aylarından beri Unirock ve Sonisphere festivallerinin heyecanını hissediyor olmama karşın, sabırla beklediğim bu iki festivalin ikisi de festivalden ziyade sadece birer konser gibi geçirdim. Bilmiyorum belki gereğinden fazla içtik (gerektiğinde çok içerim), belki konserleri izlediğimiz yerler yanlıştı ya da sadece içimizdeki konser canavarına bir şeyler oldu.

Sonisphere ile başlayalım (Unirock ile devam edeceğim bir ara). Cuma akşamı başlayan festivale, festivalden önceki son haftaya kadar sadece Pazar günü Metallica izlemeye gidecek şekilde ayarlamıştım kendimi. Son anda sevgili Şahin sayesinde Rammstein izleme fırsatı buldum. Sadece Rammstein diyorum, zira aynı gün çıkan diğer grupların neredeyse hiç birinden haberim olmamak ile birlikte, haberim olsaydı bile Cuma günleri bir çok insan gibi çalışıyor olduğum için sadece Rammstein'i izleme şansım vardı, nitekim kullandım o şansımı.

Bazen insanlar konser izlenmez dinlenir der. Her ne kadar böyle bir cümle duymak içindeki o itici ukalalık yüzünden insanı rahatsız etse de doğruluk payı var o sözün. Fakat konu Rammstein olunca kesinlikle izlemek doğru kelime. Geçtiğimiz onca yıl içerisinde içimdeki o vahşi metalci törpülendikçe, gittiğim konserlerde grup çalarkan manyak gibi kafa sallamak yerine (salladığım zaman manyak gibi sallarım) grubu çalarken seyretmeyi tercih eder oldum. Bu yüzden Rammstein'i dinlerken muhtemelen her koşulda sahneyi izleyecektim, her şarkıda ayrı bir şov yapsalarda yapmasalarda. Fakat sahneye gayet uzak bir yerde bulunduğumuz için(sahnedeki adamları neredeyse göremiyorduk, zaten Metallica çıktığında da evden televizyon seyreder gibi dev ekranları izledik) ve aslında adamların şovları olmadığı zaman izlemeye değer bir performansları da olmadığı için (bence diyorum arkadaşlar aman diyim), konserin sonuna kadar orada bulunmamın tek sebebi bir sonraki şarkıda olacakları da izleme isteğiydi.

Bu çok uzun cümleden ve herkesin her yerde söylediklerinden anlaşılacağı üzere Rammstein'ın sahne şovu kesinlikle görülmeye değer ve muazzamdı. Olayı müzikten bağımsız, bir sirk, bir özel efekt gösterisi olarak değerlendirebilirsiniz. Problem değil, bu şovun genelin tüm öğeleri ile birlikte muazzam olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Bir sürü akılda kalıcı şey yaptı adamlar. Her şarkıda ayrı bir numara vardı. Pussy çalarken sahne önündeki tüm seyircilerin atmığa bulanması (hehe) ve birden tüm konser alanını garip bir coşkuya kapılması (ehi) her halde şovun en sansasyonel anıydı. Kendi adıma en etkileyici bulduğum gösteri ise davulun kik darbeleri ile senkronize olarak havada patlayan fişeklerdi. Kik sesine karışan patlama sesleri hala kulağımda. Fakat konserde en çok mutlu olduğum an yeşil ışıklar ve sahnenin üzerinde gezen dolunay eşliğinde dinlediğim/izlediğim/eşlik ettiğim sonne'yi çaldıkları andı (bu arada du hast sırasında Türk seyirciler olarak metronomu kaçırdığımız için hala çok mahcup hissediyorum kendimi, kusura bakma Rammstein).

Cumartesi günü ise… eee… şey cumartesi günü konsere gitmedik. Zira cumartesi günü izlemeyi istediğimiz, merak ettiğimiz, sevdiğimiz hiç bir grup yoktu sahnede. Ama sağda solda dolaşan Manovar videosunu bende seyrettim ve eğer bende orada olsaydım kim için geldiniz diye sorduğunda bende Manovar derdim (hatta adamın Türkçe konuşmasından sonra ne zaman "kim için geldiniz" diye sorulsa Manovar diye bağırır hale gelirdim). Peki cumartesi günü konsere gelmeyip ne yaptım? Şahin'e yarım saatte hallederiz dediğim işi bitirmek için (Şahin ve Özgür'ü de rehin alarak) on saat kod yazdım (pek de beceremedim, ama Özgür sağolsun hallettik bir şekilde).

Pazar günü ise Metallica aşkı ile kalktık yataktan diyeceğim ama aslına bakarsanız Cumartesi günü gene baya içtiğimiz için (sanki konserdeymişcesine) bitkinlik ve sıkkınlık ile kalktık yataktan. Pazar günün önemi büyüktü big four izleyecektik, ama diğer yandan pazar günü tedirgindi. Çünkü diğer iki gün için hepimizin (üç kişiydik) bileti vardı fakat Pazar günü için hepimiz farklı yerlerdeydik (Ben tribün, Özgür saha içi, Şahin saha dışı). Herşeyden önce bu problemi çözmemiz gerekiyordu. Benim biletim saha içine nazaran pahallı bir bilet olduğundan ötürü saha içine girmemin bir problem olmayacağını düşünüyordum (oldu nitekim). Fakat Şahin'in durumu oldukça kritikti. Kendisine VIP'de konser sözü veren arkadaşı tarafından da altıncı yola salınmıştı. Saat hızla ilerliyordu ve radikal kararlar almak üzereydik (konseri Şahinsiz izlemek gibi). Tam o sırada aklımıza Oktay'ı aramak geldi. Kendisi görevli olmadığı halde görevli bilekliği ile inönüde her deliğe girip çıkan bir arkadaştı. Bize yardım etse etse o ederdi. Etti de gerçekten. Yanında getirdiği diğer bileklik ile Şahini içeri soktu fakat bu seferde bir diğer sorun baş gösterdi. Beni saha içine sokmuyorlardı. Kapı önünde Özgür ile birlikte olaya bir çözüm bulma çabası ile yetkililerle konuşuyorduk. Tam o sırada siyah bileklikleri ile Şahin ve Oktay kapıdan geçtiler, Oktay'a lan beni de alın derken, Özgür'de hadi Emrah görüşürüz diyerekten içeri girdi ve ben ne olduğu anlamadan tek başıma kapalı Tribüne yürürken buldum kendimi. Ulan bumu kardeşlik, bumu arkadaşlık diyerek ve her türlü abi öğrenciyiz, çözelim şu durumu diyalogları ile duruma çare arayarak ve bulamayarak kapalıda yerimi aldım. Önce sakin ve soğuk kanlı bir şekilde Megadeth'i dinlemeye çalıştım (Antrax'ı kaçırmıştık malesef, ehi). Lakin hem ses sistemi çok kötüydü hem de Megadeth'i pek sevmezdim (hala sevmem). Pes etmemem gerektiğini düşündüm ve saha içindi arkadaşla "Gelin Alın Lan Beni" başlıklı mesajlar attım ve kapalıdan saha içine inilen yere geldim. Buradaki görevli arkadaşlara da bir takım "uzaktan arkadaşlar ile geldim, izin verin onlar ile izleyeyim, hem benim biletim daha pahallı" demeçleri verdim. Öğrenciyim bile dedim. Görevli arkadaşları buradan kutluyorum nuh dediler peygamber demediler. Fakat o sırada mesajlarıma kulak veren arkadaşlar ufukta göründüler ve siyah bileklikli Oktay beni içeri sokmak için kapıya geldi. Fakat görevli arkadaşlar Oktay'ın siyah bilekliğine bile gaz kesmediler. Son çırpınışlarımızı yaparken saha içi bileti getirin içeri sokalım dediler. Oktay hemen gitti Özgür'ün biletini kaptı ve mutlu sona ulaştık. Artık saha içindeydim ve kafamın güzel olmasının getirdiği bir rehavet ile hayat nelere kadir diyordum. Tam o sırada ne olduğunu anlamadan etraftan üzerimize Unirock kombine biletleri yağmaya başladı. Yanımızdan geçen her eleman Unirock bileti istermisiniz diye soruyordu. Her birinden ikişer üçer Unirock bileti topladık.

Burada sanırım durmak ve bu olayı kınamak gerek. Kendi adıma Unirock'ı bedava seyrettiğim için mutluyum. Hatta bedava biletlerimin hepsini de birilerine vererek, insanların konseri seyretmelerine yardım edebildiğim için de mutluyum (ne kadar kolay mutlu oluyorum lan). Fakat ne olursa olsun biletlerin hoyratça dağıtılması, Unirock biletlerini aylar öncesinden alan insanları keriz yerine koymaktır. İnsanlar bunu ne düşünerek yaptılar bilemiyorum ama bundan sonra her hangi bir Unirock konseri için bilet satabileceklerini düşünüyorlarsa çok yanılıyorlar (muhtemelen aynı tayfa başka bir isim altında konserler düzenler önümüzdeki yıl ve gene aynı şeyler olur).

Neyse efendim, Sonisphere geri dönersek artık saha içindeydim ve garip duygular içinde slayer'i bekliyordum. Adamların sahneye çıkmasına az bir vakit kala elimizden geldiğince sahne önüne doğru yol aldık (baya yürüdük) fakat yine de (Özgür'ün Slayer sahneden inerken söylediği gibi) bir Slayer konserini daha Slayer'ı göremeden izledik (herkesin mi boyu bir seksenden uzun arkadaşım). Sıra Metallica'ya geldiğinde ise heyecanımızı iyice kaybetmiştik ve grubu arkadan sakin sakin izlemek istiyorduk.

Burada gönül rahatlığı ile Metallica üzdü bizi diyebilirim. Şunu hala söylerim Metallica yarın gelecek olsa gene biletimi alır o konsere giderim (hatta bu sefer daha iyi bir yerden bilet alırım). Fakat yine de adamların geçtiğimiz beş yıldır her konsere neredeyse aynı playlist ile çıkmalarına tepkiliyim. On yılda bir geldikleri zaman bu insana çok batmıyor ama her Fade To Black sırasında James!in seyircilere aynı Do You Feel What I Feel sorusunu sorması insanda karışık hisler yaratıyor (Evet James bende senin şu anda yaptığının pek samimi olmadığını hissediyorum). Metallica'ının son zamanlarda verdiği tüm konserlerde Fade To Black sırasında aynı haltın olduğunu bilmek insanı ister istemez kıllandırıyor. Tamam olay bir şov eninde sonunda, ama orada James "We are family" dediği zaman insan biraz daha samimiyet hissetmek istiyor (keşke sende bizi, bizim seni sevdiğimiz kadar sevsen Metallica, ehi).

Yine de seyrettik Metallica'yı, belki biraz ödev gibi oldu son şarkılarda, adamlar sahneden inmeden gitmek olmaz dedik (gene de bisten sonra ki ilk şarkı da çıktık konserden). Kendi adıma Fuel çaldıkları zaman çok sevindim diyebilirim. Sanırım bir kaç tane daha son zamanlarda pek çalmadıkları şarkılardan çalsalardı konser çok daha özel (samimi?) bir konser olurdu (Fixxxer çalsaydılar hayatımın konseri olurdu). Lakin çalmadılar ve bizlerde başımız öne eğik evin yolunu tuttuk. Heyecanla beklediğimiz konserden, boynumuz bükük ayrıldık (yakıştımı bu sana Metallica?!).

Hiç yorum yok: