Taksi

Büyük şehirde doğup büyüyen birisi olmadığım için taksiler hayatıma 18 yaşımdan sonra girdi (büyüdüğüm taşrada en uzak iki noktaya yarım saat içinde yürüyebiliyordunuz, ama dolmuşlarda vardı). Özellikle bar programı yaptığımız zamanlar (Bir insanlık ayıbı - gore ve ötesi) mecbur taksi ile dönüyorduk grup halinde Mecidiyeköy'deki karargahımıza. Bin bir türlü taksiciyle karşılaşıyorduk. Çoğu zaman beş para etmez, rezalet muhabbetlere katlanmak zorunda kalırken bazen de doğru ya da yalan, anlatmaya değer güzel hikayeler dinliyorduk.

Mesela hiç unutmadığım hikayelerden bir tanesini yorgun bir taksici abimiz anlatmıştı. Sanırım taksiye Şahin ve ben binmiştik (üçüncü bir arkadaşda vardı galiba ama kim olduğunu hatırlamıyorum). Taksici abimiz kırklı yaşlarda, saçlarına ve bıyıklarına aklar düşmüş, zayıf ve yorgun bir abimizdi. Yorgunluğunu daha çok ses tonu hissettiriyordu. O ses tonunu ilk duyduğumda daha çok kendisini olgun ve babacan birisi olarak düşünmüştüm ama şimdi yorgunluğun tonu olduğunu düşünüyorum o tonun. Muhabbet nasıl oraya vardı bilemiyorum, sanırım okuldan, hayattan bahsediyorduk. Üniversitede okuyan, cumartesi gecelerini taksimde geçiren tiplerdik. Gelecek kaygılarımız elbette vardı (hala var) ama o sırada takside bunlar pek belli olmuyordu. Belki bu yüzden taksici abimiz bir an hayatlarımıza imrenip söyleme ihtiyacı duydu, o bizim yaşlarımızda beyaz ölüm ile tanışmıştı. Ben naif bir şekilde bir hastalıktan bahsediyor sandım ilk anda. Daha sonrasında anladım eroin bağımlılığından bahsettiğini. Devam etmişti abi anlatmaya hikayesini.Bizim yaşlarımızda iken bir kıza aşık olmuş taksimde. Kız çok yakın arkadaşı olduğunu söylediği bir adam ile eroin satıyormuş ve bizim güzel abimizi eroine alıştırmış. Bu üçü böyle ite kaka, kafaları güzel yaşıyorlarmış. Fakat bir gün kızın çok yakın arkadaşı olan adam bir cinayet işlemiş ve suçu bizim güzel abimize atmış sonra da kızla birlikte ortadan kaybolmuş. Abi ne olduğunu anlamadan hapse düşmüş ve yılları orada geçmiş. Dediğim gibi hayatım boyunca bir sürü taksici muhabbeti dinlemişimdir. Hatta bir çok sözde kabadayıdan hayatta neler gördük biz vaazları da dinlemişimdir, hepsi kibirlerinden kendilerini parçalayacak gibiydiler. Çoğu zamanda zerre saygı uyandıramadılar bende. Çoğu sanki yaşadıkları onca kötü şeyden hiç bir sonuç çıkarmamış gibi görünüyordu (şiddet, sapkınlık, suç) ve sanki bu hikayeyi bana anlatmalarının tek sebebi beni korkutmak istemeleri gibiydi (çoğu zaman işe yaramıştı). Ama bu abide değişik bir şey vardı. Sesi tonu hikayeye samimi bir hüzün katıyordu, ağdalı bir duygu yoğunluğu değil, gerçekçi bir hüzün. Mafya dizilerinden fırlama sokak aksanı ile konuşmuyordu güzel abim, yüksek vurguları, sert küfürleri yoktu. Tane tane, ağır ağır ve İstanbul aksanı ile konuşuyordu. Taksiden inerken abiye umarım bundan sonra herşey gönlünce olur demiştik ve bunu içten söylemiştik, abi de bunu fark etmişti, bize iyi akşamlar derken gülümsüyordu.

Son günlerde ise iki vak'a haricinde taksilerde yaşadığım pek ilginç bir şey olmadığını gönül rahatlığı ile söyleyebilirim. Ya çok taksi kullanmıyorum eskisi kadar ya da sohbet etmekten kaçınıyorum ki sanırım ikisi de doğru sayılır. Son günlerde başıma gelen iki vak'adan ilki yaklaşık dört hafta önce başıma geldi. İş görüşmesi için apar topar evden çıkmıştım. Gayrettepe'de neresi olduğunu bilmediğim dolayısı ile metro ile gitmekle riske atamayacağım bir yere gidiyordum. Çok vaktimde kalmamıştı. Kazancı yokuşunun oralardaki taksi durağından bir taksiye binmeye karar vermiştim. Lakin taksi durağı boştu, yoldan geçen ilk taksiye bindim.

Taksici abi oldukça mistik birisiydi (bundan sonra kendisine mistik taksici diyeceğim). Arabaya binip adresi kabaca tarif edip biliyormusun abi dediğimde bilmiyorum ama buluruz demişti. Genelde bilmiyorum ama buluruz diyen bir taksici, çok güzel bir taksimetrem var denemek istermisin der gibi gelir bana (bu sefer yanılmışım, mistik taksici kesinlikle beni kazıklamaya çalışmadı). Tedirgin bir şekilde peki abi dedim. Benim peki dememle birlikte mistik taksici iş görüşmesine mi diye sordu. Evet dedim ama buna şaşırmam gerekip gerekmediğini bilemedim. Üzerimde takım elbisemin ceketi, altımda düz siyah bir kot vardı. Yanımda taşıdığım notebook çantası ile birlikte ne çok kurumsal ne de çok öğrenci gibi durmuyordum ama yine de imkansız bir tahmin de değildi. Ben daha ne düşünmem gerektiğine karar vermeden mistik taksici devam etti. Dedi ki kendisi yetim ve öksüzmüş tıpkı Peygamber gibi. Ve dedi ki yetim ve öksüz olanların 6. hisleri çok güçlü olurmuş. Mistik taksici yol boyunca bana gittiğim iş görüşmesinin sonucunda o işe gireceğimi söyledi. Arabadan inerken sıkı sıkıya tembihledi, eğer bu işe girersen bahset benden dedi. Ve evet adamın dediği oldu, görüştüğüm işe girdim. Şahsen bu olaydan mistik bir sonuç çıkarmadım, son on yıldır çevremde olup bitenlerden böyle sonuçlar çıkarmıyorum ama adamın benden istediği şeyi yapmaya gayret gösteriyorum. İş konusunun açıldığı her yerde bu olayı anlatıyorum ve sanırım burada da bundan bahsederek üzerime düşen göreve karşı sorumsuz olmadığımı göstermiş bulunuyorum.

Bu geceki son taksici hikayemize muhteşem bir korku hikayesi diyebiliriz. Pazar günleri bizim stüdyo günlerimizdir ve genelde davulcumuz Seyit stüdyo öncesi bize gelir ve bir iki kadeh birşeyler içip öyle gideriz provaya. Geçtiğimiz pazarda herşey bu şekilde gelişmişti. Sanırım sadece içme eylemini normalde yaptığımızdan biraz daha uzun tutmuştuk. Zira taksiye bindiğimizde kafalarımız gayet güzeldi. Fakat yine de ilk başta herşey normaldi. Duraktan bindiğimiz taksici, aşırı bir muhabbet ile keyfimizi kaçırmayacak gibi görünüyordu. Ben önde oturuyordum ve arkama dönük bir vaziyette Seyit'in ofis maceralarını dinliyordum. Fakat birden bire fevri bir manevra ile önümüze kıran kamyonet ile ilgim ikiye bölünmüştü. Kamyonetin fevri hareketi kadar taksici abimizin tepkisi de sinir bozucuydu. Adam gaza basmış kamyoneti taciz etmeye başlamıştı. Ben abiye "hadi abi biz işimize bakalım, sağa salim gideceğimiz yere gidelim" derken Seyit hala ofisten bahsediyordu. Fakat o kadar şansızdık ki kamyonette bizim gideceğimiz istikamette çılgın manevraları ile gitmeye devam ediyordu. İkinci durduğumuzda taksici kapıyı açıp inmeye kalktı. "Abi dur ne yapıyorsun gidelim" dedim ve adamı yerine oturttum, lakin hala kamyonet önümüzdeydi ve Seyit hala ofisten bahsediyordu. Üçüncü duruşumuzda her iki uyarımda da beni dinlemeyi tercih eden taksici abi bu sefer camı açıp küfür etmeyi tercih etti. Ben daha dur abi diyemeden, kamyonetin kapısı açıldı ve bir adet Polat Alemdar klonu koşarak taksiye doğru gelmeye başladı. Tam o sırada bizim taksici kapıyı açıp çıkmaya çalıştı fakat kapı daha tam açılmadan kapıya atılan bir uçan tekme ile kapının arasına kötü bir şekilde sıkıştı ve tekrar arabanın içine girdi (uçan tekmeyi koşarak gelen Polat Alemdar klonu attı). Tüm bunlar olurken Seyit hala ofisten bahsediyordu. Şöför kapısının önüne biriken üç kişi hunharca bizim taksiciyi linç etmeye çalışırken, ben en diplomat ses tonumla "abicim tamam" diyerek hem taksiyi hareket haline sokmaya hemde linç girişimcilerini sakinleştirmeye çalışıyordum. Seyit ise artık olayı idrak etmişti ve beni inceden geri çekmeye çalışıyordu, zira kapı önündeki kalabalık, taksici abiyi dövdükten sonra sizinde tipinizi s.kireriz ulan diyerek bizi de gayet benzetme eğilimi gösterebilecek bir kalabalıktı. Neyse ki bir an sağduyu kazandı ve gitmemize izin verdiler. Biz hem taksicinin hemde kendimizin sopa yemesine gerek olmadan gideceğimiz yere ulaşmanın huzurunu yaşarken taksici abi bana kızmakla meşguldu. Niye tuttunuz beni arkadaşım?

NOT: Diyemedik ağzını burnunu kırmasınlar diye

Hiç yorum yok: