Ankara'da Yer Yok - I

Ankara günlerini anmadan geçen bir meyhane gecesi olmuyor sanırım. Geçen hafta üzerimde ciddi anlamda baskı oluşturan bir sınavdan sonra değerli dostlarım Çetin ve Şahin ile iki kadeh atalım acılara kederlere bir dur diyelim dedik. Birinci küçük ile ikinci küçük arasındaki küçük zaman aralığında Çetin ile ortak arkadaşımız olan Emre geldi aklımıza. Şahin'e Emre'yi anlatmaya başladık.

Tabii konu Emre olunca benim için de işin rengi bir miktar değişiyordu. Zira kendisi Ankara günleri boyunca her hafta sonunu birlikte geçirdiğim, aynı evde yaşamıyor olmamıza rağmen evimde yeri olan bir adamdı. Küçüktük o zamanlar, çok fazla fikrimiz vardı hayata dair. Her hangi bir konuda fikrimiz vardı. Hafta içi okul ve diğer şeyler ile uğraşır, hafta sonları da sokakta ve hayatta neler oluyor bakmaya devam ederdik. Konuşmadığımız konu yoktu, şakasını yapmadığımız şey kalmamıştı.

Trajediler kadar başımıza bir sürü komik şey de geliyordu. Baş başa verip bir konu üzerinde bazen o kadar ciddi ve dikkatli konuşuyorduk ki çevremizde olan biteni fark edemez oluyorduk. Bir gün bir barda saatlerdir devam eden konuşmamız, güzel bir bayanın, güle güle masamıza kendi ikramı olan çerezi bırakıp, bize el sallayarak mekandan çıkması ile bölünmüştü. Biraz öncesine kadar müziğin dinamikleri hakkında evrensel laflar eden iki kafası karışık genç adam olarak böyle bir jesti nasıl yorumlamamız gerektiği hakkında yanılıyor olabilirdik, genede bunu güzel bir anı olarak bir kenara koyup (bundan keyif alıp) konuya gere dönmeyi tercih etmek o sırada yanlış bir karar gibi gelmiyordu (galiba hala gelmiyor).

Ankara'da hayat bazen acayip esprili ve güzel diyebileceğimiz şeylere gebe oluyordu. Mesela bir akşam Emre ile evin yakınlarındaki bir büfeden günlük Tekel ihtiyaçlarımızı karşılayıp, şişelerin dibini aramaya kalkacaktır. Büfeye giderken arkamızdan bir ses geldi, ses karanlık çalıların oradan geliyordu; "Emrah!!!". Bu kalın erkek sesi bana hitap ederken pek de dost sesi gibi gelmiyordu. Ne oluyor ulan edası ile arkama baktığımda kesinlikle gergindim. Seveni kadar nefret edeni de olan birisi olduğum için kaygılanmakta haklıydım. Emre'de biliyordu kaygılanmakta haklı olduğumu. Boş ver babuş işimize bakalım dedi Emre. Sonradan kaygılı ama kendinden emin gibi durmaya çalışan bir sesle kimsin diye bağırdım (hiç laf dinlemem). Sevenler tarafından çıkan çocuklar sayesinde içimiz rahatladı, aldık içkimizi içtik beraber. Tabii ilk olarak bizi seven insanlara, gece gece bizi tedirgin ettikleri için teşekkürlerimizi sunduk. Sonrada hızla sarhoş olduk.

Sanırım o zamanlar hızla sarhoş olmak, şu günlerde hızla sarhoş olmaya nazaran daha keyifli bir şeydi. Hem Emre ile hem de bir sürü güzel insanla, bir çok kez hızlıca sarhoş olmuşuzdur. Sanırım kendini kaybetmek demek, aslında kendim dediğimiz şeyin üstüne, önüne, çevresine koyduğumuz duvar, maske, kalkan gibi şeyleri ortadan kaldırmak oluyor. Duygusal birisiysek duygusal, iğrenç rezil bir insansak, rezil iğrenç bir insan oluyoruz sarhoş olunca. Olabildiğince kendimiz olmak hoşumuza gidiyordu sanırım.

O yüzden içiyor, hayatı kovalıyorduk. Gerektiğinde bu gece ortama akacağız babuş deyip Limon'a gidip canlı müzik dinliyor, gecenin sonunda da çözülmesi gereken en önemli hadiseleri bir yazı tura ile hallediyorduk. Bazen hadiseler ciddi ve hassas yaklaşılması gereken meseleler oluyordu (kim yerde yatacak, kim kanepede yatacak gibi) ve bazen kazandığını zanneden tam olarak istediği zafer anını yaşayamıyordu (kanepede yatan yalnız uyur, yerde yatan güzel bir kızla uyur gibi).

Elbetteki bu bahsettiklerim çıkan kısmın özeti bile sayılmaz, Ankara günlerinde başımıza gelen onlarca şeyi düşününce. Ağzımız süt kokuyordu ama kararlıydık, kovalıyorduk hayatı. Biz buradan o eski cahil çocuk olarak çıkmayacağımızı biliyorduk, gerekirse bar filozofu, gerekirse sokakların adamı olacaktık. Galiba ikisi de olamadık. Ama elimizde bir çok anı ve anlatacak bir çok hikaye kaldı. Emreyi bilmem, benim için bu yeterince iyi.

NOT: Ulan eskiden ikinci küçükte eski aşklardan bahsedilirdi, şimdi Emre'den bahsediyoruz. Yaşlandık diyeceğim 35 yaşına gelince diyecek bir şey kalmayacak diye susuyorum.


* Ankara günlerini hatırlatan dokunaklı bir şarkı

2 yorum:

ceto dedi ki...

baboş kıskandım bak şimdi. O güzel Ankara günlerinde derin mevzulara dalıp yan masadan çerez gönderen güzel kadınları bile gözünüz görmezken bizim Çetin diye bir eleman vardı, ne oldu, öldü mü kaldı mı diye lafımı geçiriyor muydunuz? :)

Saffah dedi ki...

: ) emre arada sıra da açıyordu konuyu, ben seni çekemediğim için hemen kapatıyordum : P